KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 80 - ABESE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 79 - NAZİAT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 78 - NEBE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 77 - MÜRSELAT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 76 - İNSAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 75 - KIYAMET SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 74 - MÜDDESSİR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 73 - MÜZZEMMİL SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 72 - CİN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 71 - NUH SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 70 - MEARİC SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 69 - HAKKA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 68 - KALEM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 67 - MÜLK SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 66 - TAHRİM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 65 - TALAK SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 64 - TEGABUN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 63 - MÜNAFİKUN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 62 - CUMA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 61 - SAFF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 60 - MÜMTEHİNE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 59 - HAŞR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 58 - MÜCADELE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 57 - HADİD SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 56 - VAKIA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 55 - RAHMAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 54 - KAMER SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 53 - NECM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 52 - TUR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 51 - ZARİYAT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 50 - KAF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 49 - HUCURAT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 48 - FETİH SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 47 - MUHAMMED SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 46 - AHKAF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 45 - CASİYE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 44 - DUHAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 43 - ZUHRUF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 42 - SURA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 41 - FUSSİLET SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 40 - MÜMİN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 39 - ZÜMER SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 38 - SAD SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 37 - SAFFAT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 36 - YASİN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 35 - FATİR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 34 - SEBE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 33 - AHZAB SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 32 - SECDE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 31 - LOKMAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 30 - RUM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 29 - ANKEBUT SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 28 - KASAS SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 27 - NEML SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 26 - ŞUARA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 25 - FURKAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 24 - NUR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 23 - MÜ'MİNUN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 22 - HAC SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 21 - ENBİYA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 20 - TAHA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 19 - MERYEM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 18 - KEHF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 17 - İSRA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 16 - NAHL SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 15 - HİCR SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 14 - İBRAHİM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 13 - RAD SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 12 - YUSUF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 11 - HUD SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 10 - YUNUS SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 09 - TEVBE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 08 - ENFAL SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 07 - A'RAF SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 06 - ENAM SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 05 - MAİDE SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 04 - NİSA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 03 - AL İ İMRAN SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 02 - BAKARA SURESİ

KUR'AN-I KERİM - 114 - SURE - 01 - FATİHA SURESİ

Ölmüşlerimizin Ruhuna Yasin Tebareke Amme Sureleri ve Bağı...

Ölmüşlerimizin Ruhuna Yasin Tebareke Amme Sureleri ve Ba...

ÇOK - GÜÇLÜ - 500 - SURE - RUKYE الرقية

7- Fatiha 7- Ayet el Kürsi 7- Amenerrasulü 7- Kafirun 7- İhlas 7- Felak ...

NAZAR Duası 3- İhlas 3- Felak 3- Nas 3- Ayet-el kürsi 100- Kalem ...

ZALZALAH Suresi, Her Türlü Sihir ve Sihri Ortadan Kaldırmak İçin 100 Kez...

İsmi Azam Duası - 100 - Kere ALLAH'IN BÜTÜN İSİMLERİ İSMİ AZA...

Hz Yunus'un Duası -100 - Defa Ebced Değeri - 2374 - Gezegeni ...

Hz Zekeriya'nın Duası -100 - Defa Ebced Değeri - 3943 - Gezegen...

Hz İbrahim'in Duası - 100 - Defa Ebced Değeri - 3000 - Gezegeni Jüp...

Hz Eyüp'ün Duası -100 - Defa Ebced Değeri - 2298 - Gezegeni Merkür ...

Hz Süleyman'ın Duası -100 - Defa Ebced Değeri - 6289 - Gezegeni Mar...

Hz Adem'in Duası - 100 - Defa Ebced Değeri - 5356 - Gezegeni Ay Günü Paz...

Hz Musa'nın Duası - 100 - Defa Ebced Değeri - 2465 - Gezegeni Güneş Günü...

Bismillahirrahmanirrahiym kodu 786

Yedi Ayet-i Kerime

Haşr Suresi Son Ayetleri Lev Enzelna, Huvallahüllezi

Kur'an-ı Kerim'den Örnek Dualar

AYET - EL KÜRSİ ve Öncesi Okunacak DUA

SEKİNE DUASI

“La İlahe İlla Ente Sübhaneke İnni Küntü Minezzalimin” 3130 - Kere

“La İlahe İlla Ente Sübhaneke İnni Küntü Minezzalimin” 41 - Kere

Ölmüşlerimizin Ruhuna Yasin, Mülk, Nebe, Fatiha, ve Bağışlama Duası

İSMİ AZAM AYETLERİYLE HACET DUASI

41 - FETİH SURESİ

Fetih Suresi

41 - YASİN SURESİ

YASİN SURESİ

313 - AYET-EL KÜRSİ - 313

AYET-EL KÜRSİ

AMENTÜ DUASI

Sıkıntıların Giderilmesini ve Kalbinizin Ferahlamasını Sağlar. İnşirâh ...

Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun

Mevlid-i Şerif (Veladet Bahri)

EBEDİYETE UĞURLADIKLARIMIZA YASİN , TEBAREKE , AMME & Bağışlama Duası

FETİH SURESİ

KURAN-I KERİM Türkçe Meali ( İniş Sırasına Göre ) - 1 / 2 - turkyasar

KURAN-I KERİM Türkçe Meali ( İniş Sırasına Göre ) - ...

CEVŞEN - ÜL KEBİR Duası Türkçe

HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR

ALLAH RAHMET EYLESİN Merhum Ömer Döngeloğlu Hocaefendi'nin Canlı Yayında...

MİRAÇ KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN HAYIRLI KANDİLLER

"HUZUR İSLAMDADIR" YUNUS EMRE ( 2 . SEZON ) TABDUK E...

"HUZUR İSLAMDADIR" YUNUS EMRE ( 1. SEZON ) TABDUK EM...

"HUZUR İSLAMDADIR" MUHYİDDİN - İ İBNİ ARABİ TÜM SOHBETL...

"HUZUR İSLAMDADIR" MUHYİDDİN - İ İBNİ ARABİ TÜM ...

KURAN - I KERİM TÜRKÇE MEALİ ( İNİŞ SIRASINA GÖRE ) - 2 / 2 -

KURAN - I KERİM TÜRKÇE MEALİ ( İNİŞ SIRASINA GÖRE ) - 1 / 2 -

SEMER USTASI - SEMERCİ - HELAL MAL

 

Nice  zamandır  gezerim    semerkand'ı   buhara'yı 

dizimde  kalmadı  tagat   semer  arayı  arayı . 



 Ne  gezersin be hey şaşkın semerkand'ı   buhara'yı   

 Eğer  malın  helal  ise  gelip  bulur  seni  arayı  arayı .                   




  


Kısmet...
Eski zamanlarda, Semerkand’da bir semerci ustası, oğluyla beraber hem semer yapar, hem de eskiyen semerleri tamir eder, baba-oğul hayatlarını böylece devam ettirir giderlermiş.
Semerci ustası, mesleğinin alametlerinden olacak ki; çalışırken üzerinde oturduğu koltuğunu da semerden yapmış. Bu semerin gizli bir bölmesini de para kasası olarak kullanmaktaymış. Fakat semerde kasa olduğunu oğlu bile bilmezmiş.
Gel zaman git zaman, çalışılır kazanılır, paralar bu kasada biriktirilirmiş. Olacak bu ya, baba tüccarın bir aylığına Semerkand’dan ayrılması icap etmiş. Depodaki semerleri ve dükkânı oğluna emanet etmiş baba tüccar. Seyahate çıkmadan önce de oğluna, kendi kullandığı semerin asla satılmamasını sıkı sıkı tembihlemiş. Babası yokken oğul, babasının tembihlediği semerin haricindeki bütün semerleri satmış.
Fakat bir akşam, yolcunun biri gelmiş ve semer almak istemiş. Adamın ısrarlarına dayanamayan oğul, biraz da kâr ederim düşüncesiyle 10 akçe olan semeri 30 akçeye satıvermiş.
Baba tüccar seyahatten döndüğünde semerden yapma koltuğunun olmadığını görünce koltuğunun nerede olduğunu sormuş. Oğul, satmak zorunda kaldığını ama üç katı kâr ettiğini heyecanla söyleyince babası şaşkına dönmüş. Kimseye bir şey söylemese de için için yanmaya başlayan baba, işi gücü bırakmış… Semerkand, Buhara, gezmedik yer, uğramadık han bırakmamış; ama ne çare ki semerini bulamamış.
Tüccarın kaç ay, kaç yıl gezdiği bilinmez. Ama yorulduğu belli ki şu beyit dökülmüş dilinden:
Dizimde kalmadı takat nasip arayı arayı
Dolandırdı bizi kısmet, Semerkand’ı Buhara’ yı .
Semeri bulamayacağına kanaat getiren baba eve dönerek işe koyulmuş. Semer satmaya ve tamir etmeye devam etmiş. Gel zaman git zaman, bir semer eskitecek kadar vakit geçmiş…
Bir gün, bir adam semer tamir ettirmek için dükkâna gelmiş. Tüccar, yıllar önce kaybettiği semerini tanımış; ama hiç belli etmemiş. Semer sahibine ; “Bu semer çok eskimiş, ben size yeni bir semer vereyim; bu bende kalsın” deyip semeri geri almak istemiş.
Bu duruma çok sevinen semer sahibi, yeni semeri alıp gitmiş. Hemen semerini kontrol eden tüccar, parasını yerinde görünce sevinmiş ve şu beyti mırıldanmış:
Ne lazımdır sana gezmek Semerkand’ı Buhara’yı
Sana taksim olan kısmet gelir arayı arayı .



























                                           

Celcelutiye İsm-i Azam ve Şerhi

 

Celcelutiye İsm-i Azam ve Şerhi

Celcelutiye/İsm-i Azam

İsimler Hazinesi CELCELUTİYE Üzerine

الَْقَسَمُ الْجَامِعُ 

 وَالدَّعْوَةُ الشَّرِيفَةُ 

 وَاْلاسِْمُ اْلاعَْظَمُ

Birkaç söz ile başlamak istiyorum;

Celcelutiye diye bir duanın daha doğrusu dua kasidesinin olduğunu ilk öğrendiğimde 15 yıl öncesiydi. Bana çok ilginç gelmişti kasidede geçen ifadeler. O zamanlar fark edememiştim değerini, aradan uzun yıllar geçtikten sonra bazı sıkıntıların hayatımda musibet halinden hayra dönüşmesi ile birlikte yeniden keşfettim bu hazineyi.

Evet, bir hazineydi aynen Cevşen misali. Çünkü Celcelutiye’de de Allah’ın isimleri Arapça ve Süryanice dilleriyle zikrediliyor ve her beyitinden sırlı ve başka bir alemden bu aleme akan beyanlar olduğu hissediliyordu. Üstad Bediüzzaman’ın Cevşen ve Celcelutiye’yi devamlı evradı arasına almasından ve Celcelutiye’nin İsm-i Azam’ı taşıdığını bahsetmesinden dolayı daha bir merakla ve dikkatle bu isimler hazinesi kasideyi okumaya ve araştırmaya devam ettim.

Bazı dostlarımın tavsiye ve teşvikiyle ve her önüne gelenin birşeyler yazması üzerine kaynak araştırmasıda yapmak sureti ile bu çalışmaya Bismilah deyip başladım. Böyle bir çalışma yapmak istememin ve motivasyonumun ikinci bir sebebi de, mecrasından şehrahından saptırılan ve adeta dünyevi birtakım şeylere sahip olmak için kullanılan (evet kullanılan) ve ibadetin özü olan ihlasın kaybolmasına neden olacak şekilde bir ritüele bürünen ve de bazı ‘uzman’ ve ‘koç’ ların kazanç kapısı haline gelen, maalesef kendine ‘müşteri’ de bulan, ibadet etme değil de bir ‘seans’, bir ‘eğitim’ ya da ‘okul’ olan ‘binbir faydalı, milyon kârlı Celcelutiye’ tuhaflığının yaşanıyor olmasıdır.

            Bir ibadet olan-olması gereken dua, günümüzün çıkarcı dünyasında yine dünyalık için yeri gelince kullanılan bir araca dönüştü. Tabii ki Allah’tan meşru olan her şeyi isteyebiliriz. Fakat bu isteme, ihlasa ve duanın bir ibadet olma hassasına zarar vermeyecek formatta olmalı. Bu kitapta size ilginç gelebilecek şeyler de bulabilirsiniz, fakat işin magazinel-aktüel boyutuna çok girmeden isimler hazinesi olan Celcelutiye Kasidesi’ni farklı açılardan incelemeye çalıştık. Değerlendirmeniz üzere siz okuyucuların nazarlarına arz ediyorum.

Celcelutiye Nedir?

Celcelutiye, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden aldığı dersle Hz. Ali radıyallahu anh tarafından nazmedilerek kaside halinde telif edilen ve büyük bir bölümü Arapça olmakla birlikte içeriğinde Süryanice ve İbranice kelimeler de yer alan sırlı bir münacattır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri 8. Şua’da şöyle diyor: “Malum olsun ki, Celcelutiye’nin esası ve ruhu olan   ا لَْقَسَمُ الْجَامِعُ وَالدَّعْوَةُ الشَّرِيفَةُ وَاْلاِسْمُ اْلاعَْظَمُ (Geniş mânâları içeren kasem, kıymetli dua ve İsm-i Âzam) İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın en mühim ve en müdakkik üveysî bir şakirdi ve İslâmiyetin en meşhur ve parlak bir hücceti olan Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor ki:

‘Onlar vahiyle Peygambere (a.s.m.) nazil olduğu vakit, İmam-ı Ali’ye (r.a.) emretti, ‘Yaz’; o da yazdı, sonra nazmetti.’ İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor: اِنَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةَ الشَّرِيفَةَ وَالْوَفْقَ الْعَظِيمَ وَالْقَسَمَ الْجَامِعَ وَاْلاِسْمَ اْلاعَْظَمَ وَالسِّرَّ الْمَكْنُونَ الْمُعَظَّمَ بِلاَ

 شَ ٍّك كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الدُّنْيَا وَ اْلاٰخِرَةِ

(Hiç şüphesiz bu kıymetli münacat ve muazzam dua ve geniş mânâlar ihtivâ eden kasem ve İsm-i Âzam ve bu büyük gizli sır, dünya ve âhiret hazinelerinden bir hazinedir.) İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Nureddin’den ders alarak bu Celcelûtiye’nin hem Süryanî kelimelerini, hem kıymetini ve hâsiyetini şerh etmiş.”

            Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur külliyatında birçok yerde Celcelutiye kasidesinden bahsetmekte ve kıymeti hakkında bilgiler vermektedir.

Özellikle 28. Lema ve 8. Şua bu konuyla ilgilidir. 18. Lema direk olarak Celcelutiye ile ilgili değildir fakat konu bütünlüğü ve bazı kavramların anlaşılabilmesi adına onun da incelenmesinde fayda vardır. 18. Lema 1.Keramet-i Aleviye Risalesi, 28. Lema da 2.Keramet-i Aleviye Risalesi olarak geçer. Bazı örnekler verecek olursak;

18. Lema’dan: “Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh-i Geylanî’nin (r.a.), sarahat derecesindeki keramet-i gaybiyesini teyid ve takviye eden Hazreti Esedullahü’l-Galib Ali İbni Ebu Talib (r.a.) ve kerremallahu vechehû kaside-i ercüze-i meşhuresinde aynen ihbarat-ı gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor. Mecmuatü’l-Ahzab’ın beş yüz seksen ikinci sahifesinden, beş yüz doksan yedinci sahifesine kadar o Ercüzedir.

O Ercüze’nin mevzuu ve içinde maksad-ı aslı İsm-i Âzamı tazammum eden altı ismin ehemmiyetini beyan etmek, hem o münasebetle istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve tesis-i İslâmiyette bir kısım mücahedatına işaret etmektir.”*İsm-i Azamı tazammun eden altı isimden kasıt, Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün- Adlün-Kuddüs isimleridir. Ercuze de Hz. Ali’ye ait bir kasidedir.

Mecmuatü’l-Ahzab isimli 3 ciltlik dua ve evrad kitabında geçmektedir. İlerleyen sayfalarda bu konulardan bahsedilecektir.] “….Sonra Hazret-i Cebrail’in, Âlâ Nebiyyina ve Aleyhisselatü Vesselam huzur-u Nebevîde getirip Hz. Ali’ye Sekine namıyla bir sahifede yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız alâimü’s-sema (gök kuşağı) suretinde gördüm. Sesini işittim, sahifeyi aldım, bu isimleri içinde buldum” diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: فَكُلُّ مَعْنًى مِنْ عُلوُمٍ فَاخِرَةٍ .. مِنْ مَبْدَإِ الدُّنْيَا ليَِوْمِ

اْلاٰخِرَةِ

قَدْ صَارَ كَشْفًا عِنْدَنَا عَيَانًا .. وَكُلُّ ذِى شَ ٍّك غَدَا

مُهَانًا

yani ‘Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum ve esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur’…” [İlerleyen sayfalarda Sekine isimli dua hakkında da bilgiler verilecektir.]

Sonra diyor: .…“ فَمَنْ ارََادَ اللهُ انَْ يُعِينَهُ اتَْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّكِينَةِ

Yani, “Kim inayet-i İlâhiyeye mazhar ise Hz. Cebrail’in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm-i Âzamı Cenâb-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve fitnelerinden kurtarır.” 28. Lema’dan: “….Ve müteaddit defa Süryanice bedî mânâsında olan Celcelûtiye kelimesini öyle ehemmiyetle zikreder ki, kasidenin ismi Celcelûtiye olmuştur.” “Üç aydan beri hergün o kasideyi okuyorum. Yalnız sekiz sahifeyi halledemediğim bir vefka dair olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde وَصَلِّ اِلٰهِى (İlahi, ona salat eyle) den başlayan ahirki iki sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î, belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa istisnasız ne vakit elime alıp baştan okuduktan sonra ahirini açarken فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ الذَِّى جَلَّ قَدْرُهُ (Ey kadri yüce olan ismin taşıyıcısı!) ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret ediyordum. Onu okumayarak iki sahife sonra وَصَلِّ اِلٰهِى (İlahi, ona salat eyle) ile başlayan iki sahife ahirini okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baştan okuduğum ve terk ettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın bâki kalan yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yine فَ يَا حَامِلَ اْلاِسْمِ (Ey ismin taşıyıcısı) sahifesi açılıyordu. Hayret içinde hayret ediyordum. Elli defadan sonra dedim: “Acaba bu sahife neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?” Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum maksadın neticesini o sahife gösteriyor. Ben de terk ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya başladım.” *Halledemediğim bir vefka dair dediği yer ve okumuyordum dediği beyitler hakkında ilerleyen sayfalarda bilgiler verilecektir.] “…Evet kaside-i Ercüziye’sinde Sekine tabir ettiği ism-i Âzam ve Celcelûtiye’sinde Süryanî ve Arabî olarak yine müteaddit tarzda اَ ْلاِسْمُ الْمُعَظَّمُ الذَِّى جَلَّ قَدْرُهُ gibi tabirlerle beyan ettiği Esma-i Sitte-i Meşhure ki, ismi Âzamdır.” “……kaside-i Celcelûtiye umumiyeti itibariyle Süryanî, İbranî, esma-i İlâhiyeyi ve süver-i Kur’âniyeyi şefaatçı yapıp hususi münacat olduğu halde başta

بَدَئْتُ بِبِسْمِ اللهِ رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ  اِلٰى كَشْفِ اسَْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

fıkrasıyla gösteriyor ki, bazı esrar-ı gaybiyenin keşfinden bahsedecek ……” “…. Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüze’de ve meşhur Kaside-i Celcelûtiye’sinde vâkıat-ı istikbaliyeden haber veriyor. Ve “esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz” diye iddia ederek kısmen dâvâsını ihbarat-ı sadıka-ı gaybiye ile ispat etmiştir….”

8. Şua’dan (Üçüncü Keramet-i Aleviye): “Madem Celcelûtiye vahiyle Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma nazil olmuş ve Allâmü’l- Guyûbun ilmiyle ifade-i mânâ eder.” “Gerçi elimde bulunan Celcelûtiye nüshası en sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazâli (r.a.) gibi çok imamlar Celcelûtiye’yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî kelimelerin mânâsını tam bilmediğimden ve nüshalarda ihtilâf bulunduğundan, herbirisinin vech-i işaretini ve münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.” “Eğer bir muannid tarafından denilse; “Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bu umum mecazî mânâları irade etmemiş.” Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) irade etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvvetiyle işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder. Hem madem o mecazî mânâlar ve işârî mefhumlar haktır, doğrudur ve vâkıa mutabıktır; ve bu iltifata lâyıktırlar ve karineleri kuvvetlidir.

Elbette Hazreti İmam-ı Ali’nin (r.a.) böyle bütün işârî mânâları irade edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa— Celcelûtiye vahiy olmak cihetiyle—hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali’nin (r.a.) üstadı olan Peygamber-i Zîşanın (a.s.m.) küllî teveccühü ve üstadının Üstad-ı Zülcelâlinin ihâtalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır.” “Ben Celcelûtiye’yi okuduğum vakit, sâir münâcâtlara muhalif olarak, kendim bizzat hissiyatımla münâcât ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıyla taklitkârâne olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dertlerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i Nur ile münasebetini gördüm ve anladım ki, o hâlet, bu münasebetten ileri gelmiş.”

            Celcelutiye’nin aslının vahiy olduğunu ifade ediyor Üstad Hazretleri. Bununla ilgili sorulan soruya verilen cevap:

            “Hz. Peygamber (asm)'e gelen vahiy, Biri sarih/açık vahiy, diğeri zımnî/gizli vahiy olmak üzere iki çeşittir. Sarih Vahiy: Bu çeşit vahiy, doğrudan doğruya Allah'tan geldiği için, Hz. Peygamber (asm)'in onda hiç bir müdahalesi yoktur. O, bu hususta sadece bir tebliğci veya bir tercümandır. Bu sarîh vahiy iki şekilde ortaya çıkmıştır: a. Kur'an-ı Kerim: Hz. Peygamber (asm)'in buradaki görevi, sırf tebliğden ibarettir. b. Kudsî hadisler: Mânası Allah tarafından ilkâ edilen bu çeşit vahiyler konusunda da Hz. Peygamber (asm)'in görevi sadece tercümanlıktır. Zımnî Vahiy: Zımnî vahiylerde söz konusu olan her hangi bir husus, özet halinde gelir ve genel hatlarıyla vahiy ve ilhama dayanır. Konunun tasviri, şekillendirilmesi, detaylarla ilgili açıklanması ise, Hz. Peygamber (asm)'e bırakılır. Hz. Peygamber (asm), vahy-i zımnî ile gelen hususları bazen ilhamla, bazen vahiyle, bazen de kendi feraset ve içtihadıyla açıklar. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.86) Celcelutiye kasidesinin kendisi değil, onun aslını teşkil eden muhtevası itibariyle bir kudsi hadis gibi veya zımnî bir vahiy olarak telakki edilebilir. Bu tür vahiylerin Kur’an’da yeri yoktur.

            Aslî muhtevası itibariyle zımnî bir vahiy olarak telakki edilen Celceltuye'yi, Hz. Ali (ra) şerh edip açıklayarak manzum bir kaside halinde düzenlemiştir. Kasidenin kendisi Arapça’dır ve Arapça kaside stilinde tanzim edilmiş, ancak Allah’ın bazı isimleri ve diğer bir takım sözcükler Süryanîce'dir. Bunun bir çok hikmeti olabilir:

Evvela, âlimlerin birldirdiğine göre, Celcelutiye, engin bir kapsama sahip sırları ihtiva eden ve ism-i azam sırrını taşıyan bir kasidedir. Daha önce İbranîce ve Süryanîce konuşan birçok peygamber bu kasidenin aslî muhtevasıyla münacatta bulunmuş ve o sayede değişik sıkıntılardan kurtulmuşlardır.(bk. Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, Şazelî bölümü, s. 508-525). Hz. Ali (ra) de bu muhtevayı tanzim ederken eski peygamberlerin hatırasını yad etmek maksadıyla Süryanîce sözcükler kullanmış olabilir. İkincisi; Bu sırlı ve ism-i azam sırrını taşıyan bu kasideyle ehil olanların dikkatini çekmiş ve bazı sırları onlarla paylaşmış olabilir. İmam Gazalî, hocası İmam Nureddin el-Isfahanî, İmam Ahmed el-Bunî ve Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’ye göre, Celcelutiye kasidesinin aslı vahiydir. Zahir ve batın ilimlerinin ünlü üstadları olan bu alimlerin kanaatlerine iştirak etmek ve onların bilgi ve beyanlarına itimat etmekte -ilmen ve dinen- bir sakınca görmemekteyiz. Ancak bu kasidenin aslının vahiy olduğuna inanmamak da, inanmak da, kişiyi dinen bir sorumluluk altına sokmaz.

            …………

            Celcelûtiye, Hz. Resul-i Ekrem'in (asm) derslerine istinaden, Hazret-i Ali (ra) tarafindan te'lif edilen Süryanice bir kasidedir. Esas manasi bedi' demektir.

Mecmuat-ül Ahzab'ın birinci cildinde yer almaktadır. Bediüzzaman, Gazali gibi çok imamların Celcelûtiye'yi şerh ettiklerini söylemiştir. Konu ile ilgili bir çok kitap mevcuttur. İmam Gazali’nin Celcelutiye şerhi, Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretlerinin derlediği Mecmuatu’l-Ahzap adlı eserinin “Şazelî” adlı cildin 508. sayfasından itibaren başlar. Ancak bu şerhler, kelimelerin açıklamasından ziyade kasidede yer alan beyitlerin hassalarını açıklayan bir mahiyettedir. Süryani kelimelerden az bir kısmının anlamı verilmiştir. Celcelutiye'nin kendisi ise, aynı cildin, 499-531 sayfaları arasında yer almaktadır. Kasidedeki bütün beyitlerin altında onların ebced değerleri de yazılmaktadır. Hazret-i Ali (ra) tarafından Celcelutiye adıyla ve cifir ilmine göre bir çok tarih de düşürülerek Süryani diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir. Yüksek ve tesirli bir duadır. Bir isimler hazinesidir. Allah`ın rahmetini celb etmesi hasebiyle bir rahmet hazinesi veya bir cennet hazinesi demek de mümkündür. Allah`ın en büyük ismi olan ism-i a'zam bu duanın içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duayı okuyarak Allah`a sığınan kimsenin, dünya ve ahiret işlerinde çok kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir.” Evet görüldüğü gibi Celcelutiye sırlı ve önemli bir kasidedir ve Bediüzzaman Hazretleri de, eserlerinde Celcelutiye’den birçok yerde bahsetmiş ve kendisine Hz. Ali’yi (r.a.) üstad kabul ettiğini ifade etmiştir. Talebelerinin yazdığı eserleri tashih ettikten sonra bu eserlerin arkasına dua yazarken çoğu zaman “Celcelutiye’deki ism-i azam hürmetine..” ifadesini kullanmıştır. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz, eğer Bediüzzaman gibi, İmam Gazali gibi zevat-ı kiram Celcelutiye kasidesinin sıhhatine ve değerine bir nevi kefil olup me’hazinin duru ve öteler kaynaklı olduğunu söylüyorlarsa buna itimat etmek yanlış olmasa gerek. Özellikle Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ömrü boyunca Cevşen ve Celcelutiye dualarını daimi evradı arasına almış ve bu evradın ve daha birçok virdin-hizbin yer aldığı 3 ciltlik Mecmuatü’l-Ahzab isimli dua hazinesini 15 günde bir bitirecek şekilde okumuştur. Aynı zamanda buradan aldığı ve tertiplediği Cevşen, Celcelutiye gibi duaları da Cevşenü’l-Kebir isimli dua mecmuasında toplayarak talebelerine okumalarını tavsiye etmiştir. Cevşenü’l-Kebir mecmuasında yer alan Celcelutiye kasidesi 101 beyit iken, Mecmuatü’l-Ahzab’da 122 beyit şeklindedir. Üstad Hazretleri bazı hikmetlere binaen bu şekilde uygun görmüş olmalı. Yukarıda da geçtiği üzere bir zaman 8 sayfalık bir bölümü okumadığını, fakat sonradan okuduğunu ifade etmiş. Ben de bu çalışmaya 122 beyitlik Celcelutiye’yi aldım ve beyitleri tespit edebildiğim en doğru ve güvenilir haliyle eklemeye gayret ettim. Aynı zamanda henüz tam anlamıyla tercümesi yapılamamış, sadece bazı tercüme denemelerinde bulunulmuş 101 beyitlik Celcelutiye’de yer almayan 21 beyit ile ilgili de min gayri haddin bazı düzeltme ve mülahazalarımı çalışmaya ekledim. Umarım yararlı olmuştur.

Mecmuatü’l-Ahzab Hakkında…

Son devrin Osmanlı ulemasından merhum; Ahmed Ziyâüddin Efendi, 1813 yılında Gümüşhane’nin Emirler Köyü’nde doğmuştur. Sadece zâhirî ilimlerle meşgul olmamış aynı zamanda bâtınî ilimleri de okumuş ve her iki sahada da icazet almıştır. Nakşibendî-Hâlidî şeyhlerinden birisi olan Gümüşhanevî hazretleri, hayatını ilim ve irşada adamış; 1893 senesinde İstanbul’da dâr-ı bekâya irtihal ederken geride onlarca eser bırakmıştır. İşte, Hazret’in yâdigârlarından biri de, “Mecmuatü’lAhzâb” adlı yaklaşık iki bin sayfalık eser olmuştur. Gümüşhanevî hazretleri, eserini talebeleriyle beraber büyük bir itina ile hazırlamış ve bu vesileyle onlarca Hak dostunun yüzlerce evrâd ü ezkârını bir araya getirmiştir. Mecmuada her bir hizbin ismini, müellifini, ne zaman ve ne şekilde okunacağını da belirtmiştir. Mesela, Hasan elBasrî Hazretlerinin, Cuma’dan başlayıp haftanın her gününde bir bölüm okuduğu İstiğfâr-ı Üsbûiyyesi’ni kaydetmiş, hangi güne hangi bölümün düştüğünü de göstermiştir. Ayrıca, kitapta, Hazreti Ali (kerremallahu vechehû), Hazreti Üsâme (radıyallahu anh), Muhyiddin İbn Arabî, Ebû Hasan Şazilî ve İmam Cafer-i Sâdık gibi maneviyat âleminin sultanlarının da “Üsbûiyye” adıyla andıkları ve haftanın her günü belli bir bölümünü okudukları hizibleri, virdleri, gece zikirleri, duaları, istiğfarları, istiâzeleri, tesbihleri, tehlilleri, salavât ve naatları vardır. “Mecmuatü’l-Ahzâb”, Bediüzzaman Hazretlerinin de elinden hiç düşürmediği bir dua kitabıdır. Öyle ki, Hazreti Üstad’ın, yaklaşık üç mushaf-ı şerif hacmindeki bu kıymetli eseri her onbeş günde bir hatmetmeyi itiyad haline getirdiğini Nur Mesleği’nin çok önemli bir rüknünden birkaç defa dinlemiştim. Demek ki, Nur Müellifi, her gün en az beş-altı saatini bu mecmuaya ayırıyor ve evrâd ü ezkârla meşgul oluyormuş.”

Dua Nedir? Ubudiyet Ne İçin Yapılır?

  • Âciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun; tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, Rahmeti Sonsuz’a yönelip, hâlini O’na arz ederek istediklerini O’ndan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabbi’ne karşı iman, güven, itimat ve tevhid telâkkisinin bir gereğidir.
  • Dua; bir çağrı, bir yakarış ve küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semâlar ötesine bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir. Dua eden, kendi küçüklüğünün ve yöneldiği kapının büyüklüğünün şuurunda olarak, fevkalâde bir tevazu içinde ve istediklerine cevap verileceği inancıyla el açıp yakarışa geçince, bütün çevresiyle beraber semavîleşir ve kendini rûhânîlerin “hayhuy”u içinde bulur. Böyle bir yönelişle mümin, ümit ve arzu ettiği şeyleri elde etme yoluna girdiği gibi, korkup endişe duyduğu şeylere karşı da en sağlam bir kapıya dayanmış ve en metin bir kaleye sığınmış bulunur.
  • Dua, Hakk’ın tükenmez hazinelerinin sırlı bir anahtarı; fakir, yoksul ve kalbi kırıkların istinatgâhı ve ıztırarla kıvranıp duranların da en emin sığınağıdır. Bu sığınağa adım atan, o sihirli anahtarı elde etmiş sayılır; onun vesayetine dehalet eden fakir, miskin, âciz ve muhtaçlar da umduklarını elde etmiş olurlar.
  • Dua, sebep ve vasıtaları aşarak, hem Allah’ın kudretine itimadı, hem de beşerî zaafı ilândır.
  • Dua eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah’a yönelip yalvarışa geçebildiği takdirde, kendine her şeyden daha yakın olan Rabbisine karşı, kendi beden ve cismaniyetinden kaynaklanan uzaklığını aşarak O’nun her zaman var olan yakınlığına saygısını ifade etmiş ve kendi uzaklığının vahşetinden kurtulmuş olur. Cenâb-ı Hak da ona, duyması gerekenleri duyurur, görmesi gerekenleri gösterir, söylemesi icap eden şeyleri söyletir ve yapması lâzım gelen şeyleri de yapmaya muvaffak kılar.
  • Zikrullahın muayyen bir vakti yoktur. Namaz bütün ibadetlerin pîri ve din sefinesinin direği olduğu hâlde belli zamanlarda edâ edilir ve edâ edilmesi câiz olmayan vakitler de vardır. Zikrullah ise, zamanın her diliminde serbest dolaşıma sahiptir ve herhangi bir hâl ile mukayyet değildir, “Onlar Allah’ı ayakta, oturarak, hatta yan gelip yatarken de anarlar.” (Âl-i İmran:191) fehvâsınca, ne zaman itibarıyla ne de hâl itibarıyla zikrullah’a tahdit konmamıştır.

 

            Ubudiyet, dünyevi ve uhrevi faydalar, rıza-yı ilahi, duada niyet gibi konularda Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 17. Lema’da (13. Nota) şöyle der:

“Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.”

Mecmuatü’l-Ahzab’daki Celcelutiye:

                Mecmuatü’l Ahzab 3 ciltten oluşur ve bu ciltler; İbn-i Arabi, Şazili ve Nakşibendi ciltleri olarak bilinir. Şazili cildinin 499. Sayfasından başlayan 122 beyitlik Celcelutiye Kasidesi’nin görselleri aşağıda yer aldığı gibidir.

                Yukarıda görülen bölüm, Üstad Hazretlerinin  “halledemediğim bir vefka dair…” dediği o sekiz sayfa içinde yer alan vefktir. Bu vefk ve üzerindeki bazı ifade ve sembollerle ilgili ilerleyen sayfalarda birkaç şey söyleyeceğiz. Burada sona eriyor kaside.

Kitabın derkenar denilen sayfa kenarlarında da Celcelutiye Kasidesi ile ilgili bazı bilgiler ve kısa şerhler bulunmakta. Bu şerhlerin İmam-ı Gazali ve İbn-i Arabi’ye ait olduğu söyleniyor. Beyitlerin altında o beyitlere ait ebced değerlerinin de yazılmış olduğu görülüyor. Şimdi de 122 beyitlik Celcelutiye’yi okunaklı şekilde ve mealiyle birlikte görelim. Tabi bazı beyitlerin henüz tam olarak tercümesi yapılamamış fakat birtakım denemeler olmuş. Biz de o denemeleri temel aldık ve kendi mülahazalarımızı da ekleyerek bazı yerlerde düzeltmeler yaptık ve beyitlerin tamamının mealini vermeye çalıştık. Fakat dediğim gibi ileride mutlaka daha iyi tercüme-meal çalışmaları yapılacak ve Süryanice ifadelerin tam olarak hangi anlama geldiği, neye işaret ettiği belli oranda da olsa anlaşılacaktır. 101 beyitlik klasik Celcelutiye’nin meali zaten az-çok her kaynakta birbirine benzer şekilde yer alıyor. Fakat geriye kalan 21 beyitin tercümesi az sayıda kaynakta bir nevi tercüme denemesi şeklinde yer almaktaydı. Bu denemeyi de elden geldiğince düzelterek bir fikir vermesi açısından buraya aldım ve 122 beyitin tamamının mealini vermiş olduk.

Celcelutiye Transkripsiyon ve Meali

قَصِيْدَةٌ جَ لْجَلوُتيَّةٌ  للِإِمَامِ سَيِّدنا عَليِّ كرَّم اللهُ وَجْهَه وَرضيَ اللهُ عَنه

 

بِسْـــــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيـمِ

بَدَأْتُ بِبِسْمِ اللهِ رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ  اِلٰى كَشْفِ اسَْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

Bede’tü bi bismillahi rûhî bihihtedet İlâ keşfi esrârin bi bâtınihintavet Bütün sırların hazinesi Bismillah ile başladım. Ruhum, içinde sırların gizlendiği hazineyi onunla keşfetti.

وَ صَليَّْتُ بِالثَّانِى عَلىَ خَيْرِ خَلْقِهِ  مُحَمَّدٍ مَنْ زَاحَ الضَّلالَةََ وَالْغَلَتْ

Ve salleytü bissânî alâ hayri halkıhî Muhammedin men zâhad dalâlete velğalet Ardından mahlukatın en hayırlısı, dalalet ve yanlışlıkların ortadan kaldırıcısı Hz. Muhammed’e (s.a.s.) salavat getirdim.

اِلٰهِى لقََدْ اقَْسَمْتُ بِاسْمِكَ دَاعِيًا بِآجٍ وَمَا هُوجٍ جَلَتْ فَتَجَلْجَلَتْ

İlâhi lekad aksemtü bismike dâıyen Bi âcin ve mâhûcin celet fetecelcelet Allah’ım! Senin ismine dayanarak dua ediyorum. Allah, Ehad ve Bedi’ isimlerini şefaatçi kılıp niyazla senden istiyorum.

 4 سَئَلْتُكَ بِالْاِسْمِ الْمُعَظَّمِ قَدْرُهُ

وَ  يَسِّرْ امُُورِى يَااِلٰهِى بِصَلْمَهَتْ

Seeltüke bi’l ismil muazzami kadruhû Ve yessir ümûri yâ ilâhî bi salmehet Kadri yüce olan ism-i azamınla senden istiyorum, Yâ İlahi işlerimi kolaylaştır.

وَ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ ادَْعُوكَ رَاجِيًا بِآجٍ ايَُوجٍ جَلْجَليُِّوتٍ هَلْهَلَتْ

Ve yâ hayyü yâ kayyûmü ed’ûke râciyen Bi âcin eyûcin celceliyyutin helhelet Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Allah Ehad, Bedi’ ve Bâsıt isimlerini şefaatçi kılarak sana yalvarıyorum.

بِصَمْصَامٍ طَمْطَامٍ وَيَا خَيْرَ بَازِخٍ  بِمِحْرَ اثِ مِهْرَاشٍ بِهِ النَّارُ اخُْمِدَتْ

Bi samsâmin tamtâmin ve yâ hayra bâzihın Bi mıhrâsi mihrâşin bihin nâru uhmidet Ey yaratma mertebelerinin en yükseğinde bulunan Allah’ım! Sabit ve Cebbar isimlerinin hakkı, uyumaz sıfatın ve ateşleri söndüren Halim isminin hürmetine bu fitne ateşi sönsün. 7

بِآجٍ اهَُوجٍ يَا اِلٰهِى مُهَوِّجٍ  وَ يَا جَلْجَلوُتٍ بِالْاجَِابَةِ هَلْهَلتَْ

Bi âcin ehûcin yâ ilâhî mühevvicin Ve yâ celcelûtin bil icâbeti helhelet Ey her derde ve her işe anında müdahale eden ve darda kalanların yakarışlarına cevap veren Allah’ım! Bedi, Ehad ve Basıt isimlerinle sana yalvarıyorum.

لتُِحْيِى حَيٰوةَ الْقَلْبِ مِنْ دَنَسٍ بِهِ  بِقَيُّومٍ قَامَ السِّرُّ فِيهِ وَ اشَْرَقَتْ

Li tuhyî hayâtel kalbi min denesin bihî Bi kayyûmin kâmes sirru fîhi ve eşrakat Kayyum ismin hürmetine, kalbimi kirlerinden temizleyerek ihya et. Ona senin sırrın yerleşip ışık saçsın.

عَلىََّ ضِيَاءٌ مِنْ بَوَارِقِ نُورِهِ  فَلاحََ عَلىَ وَجْهِى سَنَاءٌ وَ ابَْرَقَتْ

Aleyye dıyâün min bevârikı nûrihî Felâha alâ vechî senâün ve ebrakat O sırrın nurunun parıltılarından üzerimde bir aydınlık bulunsun. Böylece yüzümde bir ışık zuhur edip parlasın.

10 وَ صُبَّ عَلىَ قَلْبِى شَآبِيبُ رَحْمَةٍ  بِحِكْمَةِ مَوْلٰينَا الْكَرِيمِ فَانَْطَقَتْ

Ve subbe alâ kalbî şeâbîbû rahmetin Bi hıkmeti mevlânel kerîmi fe entakat Kerim olan Mevla’mızın hikmetiyle kalbimin üzerine rahmet sağanakları dökülsün ve dilim kalbimin tercümanı olarak o rahmet hazinelerini terennüm etsin.

11 احََاطَتْ بِىَ الْانَْوَارُ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ  وَ هَيْبَةُ مَوْلٰينَا الْعَظِيمِ بِنَا عَلتَْ

Ehâtat biyel envâru min külli cânibin Ve heybetü mevlânel azimi binâ alet Her yandan beni nurlar kuşatsın da büyük Mevla’mızın heybeti bizi yüceltsin.

12 فَسُبْحَانَكَ اللٰهُّمَّ يَا خَيْرَ خَالقٍِ

وَ يَا خَيْرَ خَلَّاقٍ وَ اكَْرَمَ  مَنْ بَغَتْ

Fe sübhânekallâhümme yâ hayra halikın Ve yâ hayra hallâkın ve ekrame men beğat Seni tesbih ederim, ey yaratma ve yoktan var etme mertebesinin en yükseğinde bulunan ve ölüleri kerimane dirilten Allahım!

13 فَبَلغِّْنِى قَصْدِى وَ كُلَّ مَؤٰرِ بِى بِحَقِّ حُرُوفٍ بِالْهِجَاءِ تَجَمَّعَتْ

Fe bellığnî kasdî ve külle meâribi Bi hakkı hurûfin bil hicâi tecemmeat Bir araya getirilmiş heca (mukattaa) harflerinin hakkı için beni maksatlarıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir.

14 بِسِرِّ حُرُوفٍ اوُدِعَتْ فيِ عَزِيمَتِى بِنُورِ سَنَاءِ الْاسِْمِ وَ الرُّوحِ قَدْ عَلَتْ

Bi sirri hurûfin ûdiat fî azimetî Bi nûri senâil ismi ver rûhi kad alet Yüce ismi azamın ve Kur’anın her tarafı kuşatan nuruyla irademe yerleştirilen harflerin sırrı hürmetine; yüce olan ruhların ve ism-i azamının nuru hürmetine.. 15

افَِضْ لىِ مِنَ الْانَْوَارِ فَيْضَةَ مُشْرِقٍ  عَلىََّ وَ احَْيِى مَيْتَ قَلْبىِ بِطَيْطَغَتْ

Efıd lî minel envâri feydate müşrıkın Aleyye ve ahyî meyte kalbî bi taytağat Nurlardan üzerime ışık saçacak bir feyiz akıt ve Nur isminle ölü kalbimin cansızlığını giderip hayatlandır.

16 الََا وَ الَْبِسَنِّى هَيْبَةً وَ جَلَالَةً  وَ كُفَّ يَدَا الْاعَْدَاءِ عَنِّى بِعَلْمَهَتْ

Elâ ve elbisennî heybeten ve celâleten Ve küffe yedel a’dâi annî bi almehet Allah’ım! Hakim isminle bana bir heybet ve celal giydir ve düşmanlarımın ellerini benden çektir.

17 الََا وَ احْجُبَنِّى مِنْ عَدُ ٍّو وَ حَاسِدٍ  بِحَقِّ شَمَاخٍ اشَْمَخٍ سَلمََّتْ سَمَتْ

Elâ vahcübennî min adüvvin ve hâsidin Bi hakkı şemâhın eşmehın sellemet semet Kadri yüce Selam, Aziz ve Celil isimlerinin hürmetine benimle her türlü düşman ve hasetçi arasına perdeler koyarak beni onların kötülüklerinden koru.

18 بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ  بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بهِِ الظُّلْمَةُ انَْجَلَتْ

Bi nûri celâlin bâzihın ve şerantahın Bi kuddûsi berkûtin bihiz zulmetüncelet Bu korumayı Celil, Rauf, Münezzeh, Kuddüs ve kendisiyle karanlıkların dağıldığı Rahim isimlerinin nuruyla lütfet.

19 الََا وَ اقْضِ يَا رَبَّاهُ بِالنُّورِ حَاجَتِى بِنُورِ اشَْمَخٍ جَلْيًا سَرِيعًا قَدِ انْقَضَتْ

Elâ vakdı yâ rabbâhü bin nûri hâcetî Bi nûri eşmehın celyen serîan kadinkadat Ey Rabbim! İsm-i Azam’ının nuru ile ihtiyaçlarımı gider ve Hayy isminle hacetimi süratle yerine getir. 20

بِيَاهٍ وَ يَايُوهٍ نَمُوهٍ اصََاليًِا وَ يَا عَاليًِا يَسِّرْ امُُورِى بِصَيْصَلتَْ

Biyâhin ve yâyûhin nemûhin esâliyen Ve yâ âliyen yessir ümûrî bi saysalet Allah’ım! Mabud, Hu, Samed, Şehid ve Kafi isimlerinin hürmetine işlerimi kolaylaştır. 21

وَ امَْنَحْنِى يَا ذَاالْجَلَالِ كَرَامَةً  بِاسَْرَارِ  عِلْمٍ يَا حَليِمُ بكَِ انْجَلَتْ

Vemnahnî yâ zel celâli kerâmeten Bi esrâri ılmin yâ halimü bikencelet Ey celal sahibi ve ey Halim! Senin yardımınla açılacak bir ilmin sırlarıyla bana bir ikram lütfeyle.

22 وَ خَلصِّْنِى مِنْ كُلِّ هَوْلٍ وَ شِدَّةٍ  بِ نَصِّ حَكِيمٍ قَاطِعِ السِّرِّ اسَْبَلتَْ

Ve hallısnî min külli hevlin ve şiddetin Bi nassı hakimin kâtıis sırri esbelet Sırları kesin ve inkişaf etmiş Kuranı Hakimin nurani ve açık ifadeleriyle beni her türlü korku ve sıkıntıdan kurtar.

23 وَ احَْرِسْنِى يَا ذَا الْجَلَالِ بِكَافِ كُنْ  ايََا جَابِرَ الْقَلْبِ الْكَسِيرِ مِنَ الْخَبَتْ

Ve ahrisnî yâ zelcelâli bi kâfi kün Eyâ câbirel kalbil kesiri minel habet Ey celal sahibi ve ey kırık gönülleri üzüntüden kurtarıp saran Cabir! “Kün(Ol!)” emrinin “Kaf” harfi hürmetine beni koru. 24

وَ سَلمِّْ بِبَحْرٍ وَ اعَْطِنىِ خَيْرَ بَرِّهَا

فَانَْتَ مَلَاذِى وَالْكُرُوبُ بِكَ انَْجَلتَْ

Ve sellim bi bahrin ve a’tınî hayra berrihâ Fe ente melâzi vel kürûbü biken celet Tehlikeler deryasında beni güvende kıl ve hayırlı bir sahile çıkmayı nasip eyle. Sensin benim sığınağım. Sıkıntılar ancak seninle ortadan kalkar.

25 وَصُبَّ عَلىََّ الرِّزْقَ صَبَّةَ رَحْمَةٍ  فَانَْتَ رَجَاءُ الْعَالمَِينَ وَلَوْ طَغَ تْ

Ve subbe aleyyer rizka sabbete rahmetin Fe ente racâül âlemine velev tağat Rahmet olan yağmurun sağanağı gibi üzerime (maddimanevi) rızık yağdır. Her ne kadar günahta aşırı gitseler de alemlerin ümidi yalnız Sensin.

26 وَ اصَْمِمْ وَ ابَْكِمْ ثُمَّ اعَْمِ عَدُوَّنَا وَ اخَْرِسْهُمْ يَا ذَا الْجَلَالِ بِحَوْسَمَتْ

Ve esmim ve ebkim sümme a’mi adüvvena Ve ahrıshüm yâ zelcelâli bi havsemet Ey celal sahibi! Basir isminin hürmetine düşmanlarımızı sağır dilsiz, kör ve konuşamaz eyle.

27 وَ فِي حَوْسَمٍ مَعَ دَوْسَمٍ وَ بَرَاسَمٍ

تَحَصَّنْتُ بِالْاسِْمِ الْعَظِيمِ مِنَ الْغَلتَْ

Ve fi havsemin maa devsemin ve berâsemin Tehassantü bil ismil azimi minel ğalet Alim ve Ğani ve Sabur isimlerinle beraber İsm-i Azam’ın kalasına sığınarak yanlışlıktan korunurum.

28 وَ  اَ  لٰفِّْ قلُوُبَ الْعَالمَِينَ جَمِيعَهَا عَلىََّ وَ اعَْطِنِى الْقَبُولَ بِشَلْمَهَتْ

Ve ellif kulûbel âlemîne cemîahâ Aleyye ve a’tıni’l-kabule bi şelmehet Bütün âlemlerin kalplerine ülfet ve ünsiyet bahşet - gönül kapılarını İlâhî hakikatlere aç! Fettâh ismin hürmetine! Bana, rıza ve makbuliyet libasını giydir!

29 وَ يَسِّرْ امُُورِى يَا اِلٰهِى وَ اعَْطِنِى

مِنَ الْعِزِّ وَ الْعُلْيَا بِشَمْخٍ وَ اشَْمَخَتْ

Ve yessir ümûri yâ ilâhî ve a’tıni Minel ızzi vel ulyâ bi şemhın ve eşmehat Yâ ilahi! Yüceler yücesi isimlerin hürmetine işlerimizi kolaylaştır ve bize izzet ve yücelik ver.

30 وَ اسَْبِلْ عَلَيْنَا السَّتْرَ وَاشْفِ قُلوُبَنَا

فَانَْتَ شِفَاءٌ للِْقلُوُبِ مِنَ الْغَثَتْ

Ve esbil aleynes setra veşfi kulûbenâ Fe ente şifâün lil kulûbi minel ğaset Üzerimize af örtüsünü ger ve kalplerimize şifa ver. Kalpleri temizleyip şifaya kavuşturan yalnız sensin.

31 وَ بَارِكْ لَنَا اللٰهُّمَّ فِي جَمْعِ كَسْبِنَا

وَ حُلَّ عُقُودَ الْعُسْرِ بِيَايُوهٍ اِرْتَحَتْ

Ve bârik lena’llâhümme fi cem’i kesbinâ Ve hulle ukûdel usri bi yâyûhin irtehat Allahım, Hu ismin hürmetine bütün rızkımızda bize bereket ihsan eyle ve güçlük düğümlerini çöz de rahatlayalım. 32

بِيَاهٍ وَ يَا يُوهٍ وَ يَا خَيْرَ بَازِخٍ  وَ يَا مَنْ لَنَا الْارَْزَاقُ مِنْ جُودِهِ نَمَتْ

Biyâhin ve yâyûhin ve yâ hayra bâzihın Ve yâ men lenel erzâku min cûdihî nemet Ey gerçek Mabud, yâ Hu ve yâ Hayrel Halikin! Ve ey bizim için rızıklar onun cömertliğinden coşup gelen.

33 نَرُدُّ بِكَ الْاعَْدَاءَ مِنْ كُلِّ وِجْهَ ةٍ وَ بِالْاسِْمِ تَرْمِيهِمْ مِنَ الْبُعْدِ بِالشَّتَتْ

Neruddü bikel a’dâe min külli vichetin Ve bil ismi termîhim minel bu’di biş şetet Her yönden gelen düşmanı senin yardımınla def ederiz. Sen de ism-i azamınla onları uzağa atar ve dağıtırsın.

34 وَ اخَْذِلْهُمْ يَا ذَا الْجَلَالِ بِفَضْلِ مَنْ

اِلَيْهِ سَعَتْ ضَبُّ الْفَلَاةِ وَ قَدْ شَكَتْ

Ve ahzilhüm yâ zelcelâli bi fadli men İleyhi seat dabbül felâti ve kad şeket Ey Celal sahibi! Çöl kelerinin(kertenkele) yanına koşarak gelip şikayetini arz ettiği zatın (a.s.m.) hürmetine onları yüzüstü ve yardımsız bırakarak zelil eyle.

35  فَانَْتَ رَجَائِى يَا اِلٰهِى وَ سَيِّدِى فَ فُلَّ لمَِيمَ الْجَيْشِ اِنْ رَامَ بِى عَبَتْ

Fe ente racâi yâ ilahî ve seyyidî Fe fülle lemîmel ceyşi in râme bî abet Yâ ilahi benim ümidim ve seyyidim yalnız sensin. Bana karşı toplanıp hazırlanmış küfür ordusunun düzenini dağıt ve onları hezimete uğrat.

36  وَ كُفَّ جَمِيعَ الْمُضِرِّينَ كَيْدَهُمْ

وَ عَنِّى بِاقَْسَامِكَ حَتْمًا وَ مَا حَوَتْ

Ve küffe cemiâl mudırrîne keydehüm Ve annî bi aksâmike hatmen ve mâ havet Kur’an-ı Hakim’de kasem ve yeminle başlayan sure ve ayetlerin hürmetine, bütün zararlıların hile ve tuzaklarını benden defet.

37  فَيَا خَيْرَ مَسْإُولٍ وَ اكَْرَمَ مَنْ اعَْطَى وَ يَا خَيْرَ مَؤمُْولٍ اِلىَ امَُّةٍ خَلَتْ

Fe yâ hayra mes’ûlin ve ekrame men a’ta Ve yâ hayra me’mûlin ilâ ümmetin halet Ey eski ümmetlerden beri kendisinden dilekte bulunulanların en hayırlısı olan Mes’ul, ihsanda bulunanların en mükemmeli olan Kerim ve ümit kapılarının en değerlisi olan Me’mul!

38 اقَِدْ كَوْكَبِى بِالْاسِْمِ نُورًا وَ بَهْجَةً  مَدٰى الدَّهْرِ وَ الْايََّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ

Ekıd kevkebî bil ismi nûran ve behceten Meded dehri vel eyyâmi yâ nûru celcelet Ey Nur isminin sahibi olan Allah’ım! O ism-i şerifin hakkı için, yıldızımın meşalesini güzellik ve nur ile yak ki, çağlar, asırlar boyu parlamaya devam etsin.

39 بِاٰجٍ اهَُوجٍ جَلْمَهُوجٍ جَلَالةٍَ  جَليِلٍ جَلْجَليُِّوتٍ جَمَاهٍ تَمَهْرَجَتْ

Biâcin ehûcin celmehûcin celâletin Celîlin celceliyyutin cemâhin temehracet Ey Ehad, Bedi, Aziz ve Celil olan Allah’ım! Senin bütün güzel isimlerin Sonsuz haşmet ve azametiyle sürekli parlamaktadır.

40 بِتَعْدَادِ ابَْرُومٍ وَ سِمْرَازِ ابَْرَمٍ  وَ بَهْرَتَ تَبْرِيزٍ وَ ا ٍّمُ تَبَرَّكَتْ

Bi ta’dâdi ebrûmin ve simrâzi ebramin Ve behrate tebrîzin ve ümmin teberraket Ey Evvel ve Ahir olan Allah’ım! Bütün mahlukatın arzu ve ihtiyaçlarına cevap veren güzel isimlerini zikrederek onların bereketine sığınıyorum.

41 تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً  تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ

Tükâdü sirâcün nûri sirran beyâneten Tükâdü sirâcüs sürci sirran tenevverat Nur kandili gizliden gizliye tutuşturulur. Kandiller kandili gizli olarak nurlanır.

42 بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ  بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بهِِ النَّارُ اخُْمِدَتْ

Bi nûri celâlin bâzihın ve şerantahin Bi kuddûsi berkûtin bihin nâru uhmidet Dalalet ve inkarcılık ateşi; celal, kibriya, izzet, azamet ve rahmetinle ve Kuddüs isminin nuruyla söndürülür.

43 بِيَاهٍ وَ يَا يُوهٍ نَمُوهٍ اصََاليًِا بِطَمْطَامٍ مِهْرَاشٍ لنَِارِ الْعِدَا سَمَتْ

Biyâhin ve yâyûhin nemûhin esâliyen Bi tamtâmin mihrâşin li nâril ıdâ semet Mabudu bil hak olan yüce Allah; Hu, Kahhar, Cebbar, Samed, Şehid ve Selam isimlerinin tecellisiyle düşmanın küfür ve fitne ateşini söndürür.

44 بِهَالٍ اهَِيلٍ شَلْعٍ شَلْعُوبٍ شَالعٍِ  طَهِ ٍّى طَهُوبٍ طَيْطَهُوبٍ طَيَطَّهَتْ

Bi hâlin ehîlin şel’ın şel’ûbin şâliın Tahiyyin tahûbin taytahûbin tayettahet O nur; gerçek Ma’bud, Hak olan ve hakkı gerçekleştiren Cemil, Vedud ve Mucib olan zatın isimlerinin tecellisi ve yardımıyla insanlara kendini sevdirecektir.

45 انَُوخٍ بِيَمْلوُخٍ وَ ابَْرُوخٍ اقُْسِمَ تْ بِتَمْليِخِ اٰيَاتٍ شَمُوخٍ تَشَمَّخَتْ

Enûhın bi yemlûhın ve ebrûhın uksimet Bi temlihi âyâtin şemûhın teşemmehat Ey Kayyum ve Vekil olan ve bütün ayetlerinin hikmetlerini yalnız kendisi bilen Allah’ım! Hannan isminin hürmetine dualarımı kabul et.

46 ابََازِيخَ بَيْذُوخٍ وَ زَيْمُوخٍ بَعْدَهَا خَمَارُوخٍ يَشْرُوخٍ بِشَرْخٍ تَشَمَّخَتْ

Ebâzîha beyzûhın ve zeymûhın ba’dehâ Hamârûhın yeşrûhın bi şerhın teşemmehat Ey bütün sırlara vakıf olan Allah’ım! Mubdi ve Muid isimlerinin hürmetine bize şefkat ve merhametinle muamele et.

47 بِبَلْخٍ وَ سِمْيَانٍ وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا بِذَيْمُوخٍ اشَْمُوخٍ بِهِ الْكَوْنُ عُمِّرَتْ

Bi belhın ve simyânin ve bâzûhın ba’dehâ Bi zeymûhın eşmûhın bihil kevnü ummirat Her hak sahibinin hakkını layıkıyla veren, her varlığın ihtiyacını adaletle gideren Adl ve haklıyı haksızdan ayıran hüküm sahibi Hakem isimlerinin tecellisiyle dünya tahripten kurtulur ve tamir edilir.

48 بِشَلْمَخَتٍ اِقْبَلْ دُعَائِى وَ كُنْ مَعِى وَ كُنْ لىِ مِنَ الْاعَْدَاءِ حَسْبِى فَقَدْ بَغَتْ

Bi şelmehatini’kbel düâi ve kün mai Ve kün lî minel a’dâi hasbî fe kad beğat Hak isminin hürmetine duamı kabul et, benim yanımda ol, düşmanlarıma karşı bana kafi gel. Çünkü artık onlar çok ileri gittiler.

 49فَيَا شَمْخَثَا يَا شَمْخَثَا انَْتَ شَمْلخََا وَ يَا عَيْطَلَا هَطْلُ الرِّيَاحِ تَخَلْخَلَتْ

Fe yâ şemhasâ yâ şemhasâ ente şemlehâ Ve yâ aytalâ hatlür riyâhı tehalhalet Ey Rab, ey Rahman! Sen hak Ma’budsun. Ey kuvvetli yardımcım! Şiddetli fırtınalar peş peşe kopmaktadır.

50 بِكَ الْحَوْلُ وَ الصَّوْلُ الشَّدِيدُ لمَِنْ اتََى لبَِابِ جَنَابِكَ وَ الْتَجَ ى ظُلْمَةُ انْجَلَتْ

Bikel havlü ves savlüs şedîdü li men etâ Libâbi cenâbike veltecâ zulmetüncelet Korunmak ve düşmana şiddetli hücum gerçekleştirmek ancak senin yardımınladır. Senin yüce kapına sığınanın karanlığı dağılır.

51 بِطٰهٰ وَ يٰسۤ وَ طٰسۤ كُنْ لَنَا بِطٰسۤمۤ للِسَّعَادَةِ اقَْبَلتَْ

Bi tâha ve yâsîn ve tâsîn kün lenâ Bi tâsin mîm lis saâdeti akbelet Ta-Ha, Ya-Sin, Ta-Sin ve Ta-Sin-Mim ile bize yönelip gelen bir saadete ermek için bizim yardımcımız ol.

52 وَ كَافٍ وَ هَايَاءٍ وَ عَيْنٍ وَ صَادِهَ ا كِفَايَتُنَا مِنْ كُلِّ عَيْنٍ بِنَا حَوَتْ

Ve kâfin ve hâyâin ve aynin ve sâdihâ Kifâyetünâ min külli aynin binâ havet Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad ile, bizi dört bir yandan kuşatan kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.

53بِحَامِيمَ عَيْنٍ ثُمَّ سِينٍ وَ  قَافِهَا حِمَايَتُنَا مِنْ كُلِّ سُوءٍ بِشَلْمَهَتْ

Bi hâmîme aynin sümme sînin ve kâfihâ Himâyetünâ min külli suin bi-şelmehet Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf tüm kötülüklerden bizi koruyan sığınağımız olsun.

54بِقَافٍ وَ نُونٍ ثُمَّ حَامِيمٍ بَعْدَهَا وَ فِي سُورَةِ الدُّخَانِ سِرًّا قَدْ احُْكِمَتْ

Bi kâfin ve nûnin sümme hâmîmin ba’dehâ Ve fî sûretid dühâni sirran kad uhkimet Kaf, Nun, ve Ha-Mim ile ve Duhan suresindeki muhkem kılınmış olan sır ile bu himayeyi gerçekleştir.

55 بِالَفٍِ وَ لَامٍ وَ النِّسَاءِ  وَ عُقُودِهَا 

وَ فِي سُورَةِ الْانَْعَامِ وَ النُّورِ نُوِّرَتْ

Bi elifin ve lâmin ven nisâi ve ukûdihâ Ve fî sûretil en’âmi ven nûri nüvvirat Elif-Lam ile Nisa, Maide, En’am ve nurlu kılınmış Nur sureleri hürmetine.

56  وَ الَفٍِ وَ لَامٍ ثُمَّ رَاءٍ بِسِ رِّهَا عَلَوْتُ بِنُورِ الْاسِْمِ مِنْ كُلِّ مَا جَنَتْ

Ve elifin ve lâmin sümme râin bi sirrihâ Alevtü bi nûril ismi min külli mâ cenet Elif-Lam-Ra sırrı ve isminin(İsm-i Azam’ının) nuruyla, işlediğim her günahtan vazgeçerek yükseldim.

57 وَ الَفٍِ وَ لَامٍ ثُمَّ مِيمٍ وَ رَائِهَا اِلٰى مَجْمَعِ الْارَْوَاحِ وَ الرُّوحِ قَدْ عَلَتْ

Ve elifin ve lâmin sümme mîmin ve râihâ İlâ mecmeıl ervâhı ver rûhı kad alet Elif-Lam-Mim-Ra (Ra’d suresinin önce “Elif ve Lam”ının, sonra “Mim ve Ra” harfinin sırrı) ile yüce olan ruhaniler ve melekler meclisine yükseldim.

58 بِسِرِّ حَوَامِيمِ الْكِتَابِ جَمِيعِهَا عَلَيْكَ بِفَضْلِ النُّورِ يَا نُورُ اقُْسِمَتْ

Bi sirri havâmîmil kitâbi cemîıhâ Aleyke bi fadlin nûri yâ nûru uksimet Kitabın (Kur’an’ın) bütün Hâ Mîm’ lerinin sırrıyla üzerime Nûr isminin fazlı aksın, ey bölümlere ayrılmış Nûr!

59  بِعَمَّ عَبَسَ وَ النَّازِعَاتِ وَ طَارِقٍ  وَ فِي وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ وَ زُلْزِلَتْ

Bi amme abese ven nâziâti ve târikı Ve fî vessemâi zâtil bürûci ve zülzilet Amme, Abese, Naziat, Tarık, Vessemai zatil buruci ve Zilzal surelerinin hürmetine!

60 بِحَقِّ تَبَارَكَ ثُمَّ نُونٍ وَ سَائِلٍ  وَ فِي سُورَةِ التَّهْمِيزِ وَ الشَّمْسِ كُوِّرَتْ

Bi hakkı tebâreke sümme nûnin ve sâilin Ve fî sûretit tehmîzi veş şemsi küvvirat Tebareke, Nun, Seele sâilun, Tehmiz, İzeşşemsu kuvvirat surelerinin hakkı için!

 61 وَ بِالذَّارِيَاتِ الذَّرِّ وَ النَّجْمِ اِذَا هَوَى

وَ بِاِقْتَرَبَتْ لىَِ الْامُُورُ تَقَرَّبَتْ

Ve bizzâriyâtiz zerri ven necmi iza hevâ Ve bıkterabet liyel ümûru tekarrabet Zariyat, Necm ve Kamer surelerinin hürmetine bütün işlerimi bana yakınlaştırıp kolaylaştır!

 62 وَ فِي سُوَرِ الْقرُْاٰنِ حِزْبًا وَ اٰيَةً  عَدَدَ مَا قَرَأَ الْقَارِى وَ مَا قَدْ تَنَزَّلتَْ

Ve fî süveril Kur’âni hızben ve âyeten Adede mâ karael kârî ve mâ kad tenezzelet Hizb hizb, ayet ayet, okuyucuların okudukları ve inmiş olanlar adedince Kur’an surelerinin hakkı için.

63 فَاسَْئَلكَُ يَا مَوْلَاىَ فِي فَضْلكَِ الذَِّى عَلىَ كُلِّ مَا انَْزَلْتَ كُتُبًا تَفَضَّلَتْ

Fe es’elüke yâ mevlâya fî fadlikellezî Alâ külli mâ enzelte kütüben tefaddalat Ey Mevlam! Kendilerine kitaplar indirdiğin her peygambere ihsanda bulunduğun lütuflarına ve fazlına dayanarak sana yalvarıyorum!

64بِاٰهِيًّا شَرَاهِيًّا اذَُونَاىِ صَبْوَةٍ  اصَْبَاءوُثٍ اٰلِ شَدَّاىَ اقَْسَمْتُ بِطَيْطَغَتْ

Bi âhiyyen şerâhiyyen ezûnâyi sabvetin Esbâvüsin âli şeddâye aksemtü bi taytağat Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Senin her şeye gücü yeten ve kudretiyle bütün varlık alemini kuşatan Kadir ve Cebbar isimlerinin üzerine kasem ederek sana yalvarıyorum.

65 بِسِرِّ بُدُوحٍ اجَْهَزَطٍ بَطَدٍ زَهَجٍ  بِوَاحِ الْوَحَا بِالْفَتْحِ وَ النَّصْرِ اسَْرَعَتْ

Bi sirri büdûhın echezetın batadin zehecin Bivâhıl vehâ bil fethi ven nasri esraat Ey Allamü’l-Ğuyub olan Allah’ım! Fetih kapılarını ve gayb alemlerinin sırlarını açan Fettah isminin nuruyla ve Senin inayetinle fetihler nasip olur.

66 بِنُورِ فَجَشٍ مَعَ ثَظْخَزٍ يَا سَيِّدِى وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرَى امَِنِّى مِنَ الْفَجَتْ

Bi nûri feceşin mea sezhazin yâ seyyidî Ve bil âyetil kübrâ eminnî minel fecet Âyetü’l-Kübrâ hürmetine beni kurtar, emanet ve emniyet ver.

67بِحَقِّ فَقَجٍ مَعَ مَخْمَةٍ يَا اِلٰهَنَا بِاسَْمَائِكَ الْحُسْنَى اجَِرْنِى مِنَ الشَّتَتْ

Bi hakkı fekacin mea mahmetin yâ ilâhena Bi esmâikel husnâ ecirnî mineş şetet Esmâ-i Hüsna hakkı için beni dağınıklıktan koru.

68 حُرُوفٌ لبَِهْرَامٍ عَلَتْ وَ تَشَامَخَتْ  وَاسْمُ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ

Hurûfün li behrâmin alet ve teşâmehat Ve’smü asâ mûsâ bihiz zulmetün celet Bu harfler nur harfleridir ve Merih yıldızı gibi yüksek ve alidir. Manevi karanlıklar-zulmetler Asa-yı Musa ile dağılır.

69تَوَسَّلْتُ يَا رَبِّ اِلَيْكَ بِسِرِّهَا تَوَسُّلَ ذِى ذُ ٍّل بِهِ النَّاسُ اهْتَدَتْ

Tevesseltü yâ rabbi ileyke bi sirrihâ Tevessüle zî züllin bihin nasühtedet Bunların sırrını kendime şefaatçi ederek Senden niyazda bulunuyorum. Bu, insanların kendisiyle doğru yolu bulduğu zillet ve tevâzû sahibi birinin tevessülü gibi olsun.

70 حُرُوفٌ بِمَعْنَاهَا لهََا الْفَضْلُ شُرِّفَتْ  مَدٰى الدَّهْرِ وَ الْايََّامِ يَا رَبِّ انْحَنَتْ

Hurûfün bi ma’nâhâ lehel fadlü şürrifet Mede’d-dehri vel eyyâmi yâ rabbinhanet Ey merhametli rabbim! Bunlar öyle harflerdir ki, manaları sebebiyle çağlar boyu üstünlük kendilerine bahşedilmiş ve yüceltilmişlerdir.

71دَعَوْتُكَ يَا اَللهُ حَقًّا وَ اِنَّنِى تَوَسَّ لْتُ بِالْاٰيَاتِ جَمْعًا بِمَا حَوَتْ

Deavtüke yâ allâhü hakkan ve innenî Tevesseltü bil âyâti cem’an bi mâ havet Ey Allahım! Gerçekten bütün ayetler ve ihtiva ettikleriyle sana tevessülde bulunarak yalvardım.

72 فَتِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فاجَْمَعْ خَوَاصَّ هَا وَ حَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ

Fetilke hurûfün nûri fecma’ havâssahâ Ve hakkık maânîhâ bihil hayru tümmimet İşte o nur harflerinin havassını bende topla, Her türlü hayrın sayelerinde tamamlandığı manalarını gerçekleştir.

73 وَ احَْضِ رْنِى عَوْنًا خَدِيمًا مُسَخَّرًا طُهَيْمَفَيَائِيلُ بِهِ الْكُرْبَةُ انْجَلَتْ

Ve ahdırnî avnen hadîmen müsehharan Tuheymefeyâîlü bihil kürbetüncelet Bana itaat eden yardımcı bir hizmetçi gönder. Onunla sıkıntım ortadan kalksın.

74 فَسَخِّرْ لىِ فِيهَا خَدِيمًا يُطِيعُنىِ بِفَضْلِ حُرُوفِ امُِّ الْكِتَابِ وَ مَا تَلتَْ

Fe sehhır lî fîhâ hadîmen yütiuni Bi fadli hurufi ümmil kitâbi ve mâ telet Ümmü’l-Kitab olan Fatiha Suresi ve onu takip eden sureler hürmetine bu konuda bana itaat edecek bir hizmetçi musahhar kıl.

75 فَ اسَْئَلكَُ يَا مَوْلَاىَ فيِ اسْمِكَ الذَِّى بِهِ اِذَا دُعِىَ جَمْعُ الْامُُورِ تَيَسَّرَتْ

Fe es’elüke yâ mevlâya fismikellezî Bihî izâ düıye cem’ul ümûri teyesserat Ey mevlam! Kendisiyle çağrıldığında bütün işlerin kolaylaştığı isminle (İsm-i A’zamınla) sana yalvarıyorum.

76 اِلٰهِى فَارْحَمْ ضَعْفِى وَ اغْفِرْ لىِ زَلتَِّى بِمَا قَدْ دَعَتْكَ الْانَْبِيَاءُ وَ تَوَسَّلتَْ

İlâhi ferham da’fi vağfirlî zelleti Bi mâ kad deatkel enbiyâü ve tevesselet İlahi! Peygamberlerin sana yaklaşmak için vesile ettikleri hürmetine zayıflığıma merhamet et. Günahlarımı bağışla.

77 اَ يَا خَالقِِى يَا سَيِّدِى اِقْضِ حَاجَتِى اِلَيْكَ امُُورِى يَا اِلٰهِى تَسَلمََّتْ

Eyâ hâliki yâ seyyidî ıkdı hâcetî İleyke ümûrî yâ ilâhî tesellemet Ey yaratıcım ve seyyidim! İhtiyacımı yerine getir! İşlerim sana havaledir.

78تَوَسَّلْتُ يَا رَبِّ اِلَيْكَ باِحَْمَدَا  وَ اسَْمَائِكَ الْحُسْنٰى التَّىِ هِىَ جُمِّعَتْ

Tevesseltü yâ rabbî ileyke bi ahmedâ Ve esmâikel husnelletî hiye cümmiat Yâ Rabbi! Hz. Muhammed’i (a.s.m.) ve burada cem edilen güzel isimlerini şefaatçi kılarak, vesile ederek senden niyaz ediyorum.

79 فَجُدْ وَ اعْفُ وَ اصَْفَحْ يَا اِلٰهِى بِتَوْبَةٍ  عَلٰى عَبْدِكَ الْمِسْكِينِ مِنْ نَظْرَةٍ عَبَتْ

Fe cüd va’fü vasfah yâ ilâhî bi tevbetin Alâ abdikel miskîni min nazratin abet Yâ ilahi! Yersiz bir bakışa kadar tüm hatalarından tevbe etmeyi şu miskin kuluna lütfeyle ve hatalarını affet.

80وَ وَفِّقْنِى للِْخَيْرِ وَ الصِّدْقِ وَ التُّقَى وَ اسَْكِنَّنىِ الْفِرْدَوْسَ مَعَ فِرْقَةٍ عَلَتْ

Ve veffıknî lil hayri ves sıdkı vettükâ Ve eskinennil firdevse maa firkatin alet Beni hayır ihlas ve takvaya muvaffak kıl ve yüce toplulukla birlikte beni Firdevs Cennetine yerleştir.

81 وَ كُنْ بِى رَإُوفًا فِي حَيَاتِى وَ بَعْدَمَا امَُوتُ وَ الَْقٰى ظُلْمَةَ الْقَبْرِ  انْجَلَتْ

Ve kün bî raûfen fî hayâti ve ba’de mâ Emûtü ve elkâ zulmetel kabrin celet Hayatımda da, ölüp kabrin karanlığına vardığımda da bana merhametli ol ve böylece o karanlık nura açılsın.

82 وَ فِي الْحَشْرِ بَيِّضْ يَا اِلٰهِى صَحِيفَتِى وَ ثَقِّلْ مَ وَازِينِى بِلطُْفِكَ اِنْ خَفَّتْ

Ve fil haşri beyyıd yâ ilâhî sahîfetî Ve sekkıl mevâzînî bi lutfike in haffet Yâ ilahi ne olur mahşerde amel sahifemi lütfunla ak eyle! Eğer hafif gelecek olursa sevap terazimi ağırlaştır.

83 وَ جَوِّزْنِى حَدَّ الصِّرَاطِ  مُهَرْوِلا ً وَ احَْمِنِى مِنْ حَرِّ نَارٍ وَ مَا حَوَتْ

Ve cevviznî haddes sırâtı mûhervilen Ve ahminî min harri nârin ve mâ havet Beni keskin sırat köprüsünden koşarak geçir ve o büyük Cehennem ateşinden ve içindeki dehşetli azaptan koru.

84وَ سَامِحْ نِى مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ جَنَيْتُهُ  وَ اغْفِرْ خَطِيئَاتِى الْعِظَامَ وَ اِنْ عَلتَْ

Ve sâmıhnî min külli zenbin ceneytühû Vağfir hatiati’l ızâme ve in alet İşlediğim her günahtan dolayı beni affet. Çok da olsa büyük günahlarımı bağışla.

85 فهٰذاَ خَواتَِمُهُنَّ  مَنْ قَدْ خَصَّصْتُها بِسِرِّ مِنَ الْْسَْرارَِ فِى اللوَّْحِ أنُْزِلَتْ

Fe hâzâ havâtimühünne men kad hassastühâ Bi sirrin minel esrâri fil levhı ünzilet Bu; indirilen levhadaki sırlardan bir sır ile, özel olarak seçtiğim kimseye onların mühürleridir! Başka bir meal: Bu isimler onların sonuncusudur. Bu sırlar da Levh-i Mahfuzdan indirilmiş olan isimlere aittir.

86 ثَلاثُ عِصِ ٍّى صُفِّفَتْ بَعْد خاتََمٍ  عَلىَ رَأْسِها مِثْلُ السِّهامِ تَقَوَّمَتْ

Selâsü ısıyyin suffifet ba'de hâtemin Alâ ra'sihâ mislüs sihâmi tekavvemet Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya sokan sıralanmış üç sopa! Başının üzerinde iki misli yatırılmış çizgi. Başka bir meal: Üç asa; son isimden sonra yan yana dizilmişler, başlarına kılıç konmuş.

 87وَمِيمٌ طَمِيسٌ أبْتَرُ ثُمّ سُلمَُّ  وفِى وَسَطِهاَ بِاالْجَرَّتَيْنِ تَشَرْبَكَتْ

Ve mîmün tamîsün ebteru sümme süllemü Ve fi vasatihâ bil cerrateyni teşerbeket Ve sönük (tek gözlü mim) ebterdir, sonra merdiven! Ortasındaki iki esre ile. Başka bir meal: Ve bacağı silik bir mim, ardından gelen bir merdiven, ortasında iki esre.

 88 وارَْبَعَةٌ تُحْكىٖ الْْنَامَِلَ بَعْدهَا تُشِيرُ اِلىَ الْخَيْراتَِ والرِّزْقَ جُمِّعَتْ

Ve erbeatün tühkil enâmile ba'dehâ Tüşîru ilel hayrâti ver rızka cümmiat Ve ondan sonra hayırlara ve yığılmış rızka işaret eden, hikaye (tarif) edilen dört parmak ucu. Başka bir meal: Ondan sonra da parmaklara benzeyen dört çizgi, gelecek olan hayır ve rızıklara işaret.

89 وَهَاءٌ شَقٖيقٌ ثُمَّ وَاوٌ مُقَوَّسٌ  كَانُْبُوبِ حَجَّامٍ مِنَ السِّرِّ قَدْحَوَتْ

Ve haün şekıkun sümme vâvün mükavvesün Ke ünbûbi haccâmin mines sirri kad havet İki gözlü “He” , sonra kıvrık “Vav” , hacamat yapanın tüpü gibi barındırdığı sırdan (alan)! Başka bir meal: Ve ikiye bölünmüş he harfi, ardından yay halinde bir vav harfi. Bu harfler içerdikleri sırların tesiri ile hacamatçının boynuzu gibi olmuşlar.

90 وَاوَاخَِرُهَا مِثْلُ الْْوََائِلِ خاتََمٌ  خُماسَِيٌّ أرْكانٍ بِهِ السِّرُّ قَدْحَوَتْ

Ve evâhıruhâ mislül evâili hâtemün Humâsiyyü erkânin bihis sirru kad havet Ve onların sonunda başındaki gibi mühür var! Taşıdığı sır o beş esasta! Başka bir meal: Sonunda da köşeli bir mühür, baştakine benzer.

91 فَعَدِّلْهُ مِنْ بعْدِ عَشْرٍ ثَلَاثَةً  وَلاتََكُ فِى اِحْصَاءِهاَ مُتَوَهِّمَتْ

Fe addilhü min ba'di aşrin selâseten Ve lâ tekü fî ıhsâihâ mütevehhimet Onüç’ten sonra onu değiştir! Onu saymada sakın vehme kapılma! (şüpheye düşüp vazgeçme) Başka bir meal: On sayısından sonra üçte doğruluktan ayrılarak vehme kapılıp saymaya kalkışma.

 92 ثَلاثٌَ مِنَ التَّوْرَاتِ لاشََكَّ ارَْبَعُ  وَارَْبَعٌ مِنْ اِنْجِيلِ  عيسِىٰ بْنِ مَرْيَمَتْ

Selâsün minet tevrâti lâ şekke erbeu Ve erbeun min incîli İsebnü meryemet Üç Tevrat’tan, hiçbir şüphe yok dört! Ve dört Meryem oğlu İsa’nın İncil’inden! Başka bir meal: Bunların üçü Tevrat’ta, şüphesiz dördü de Meryem oğlu İsa’nın İncil’indedir.

93 وَخَمْسٌ مِنَ الْقرُْاٰنِ هُنَّ تَمَامُه اَ اِلىَ كُلِّ مَخْلوُقٍ فَصٖيحٍ وَابَْكَمَتْ

Ve hamsün minel kur'âni hünne temâmühâ İlâ külli mahlûkın fesıyhın ve ebkemet Beş de Kur’an’dan. Onlar onun tamamıdır! Herbir mahluka apaçık, dilsiz değil! Başka bir meal: Kur’an’daki ise bunların tamamıdır. Konuşan konuşmayan herkes ondan faydalanır.

 94 فَهٰذا اِسْمُ اللهِ جَلَّ جَلالَهُُ  وَأسَْمَائُهُ عِنْدَ البَرِيَّةِ قَدْ سَمَتْ

Fe hâzâ ismüllâhi celle celâlühû Ve esmâühû ındel beriyyeti kad semet İşte bu Allah celle celalühü’nün ismidir. O’nun isimleri yeryüzünde yücedir. İkinci cümle farklı olarak: Ve O’nun ismi bütün yaratılmışların yanında yücedir.

95 فَهٰذاَ اِسْمُ اللهِ يا قارَِئُ إنْتَبهِْ  وَلاتَرْتَدِدْ تَبْلىِ لرُِوحِكَ بالْخَبَتْ

Fe hâzâ ismüllâhi yâ kâriüntebih Ve lâ tertedid teblî li rûhıke bil habet Ey okuyan! Bu Allah’ın ismidir! Dikkat et! Ruhun sönüp, pörsüyüp solmasın (irtidat etmesin)! Başka bir meal: Ey okuyan! İşte bu Allah’ın ismidir. Uyan ve şüpheye düşme. Ruhun zayıflayarak derelerde ve vadilerde gezmesin.

96 فَهٰذا اِسْمُ  اللهِ  ياَ جاهَِلُ إعْتَقِدْ

وَاِيّاكََ تَشْكُكْ تَتْلفُُ الرُّوحَ وَالْجَنَتْ

Fe hâzâ ismüllâhi yâ câhilu'tekıd Ve iyyâke teşkük tetlüfür rûha velcenet Ey cahil! Bunlar Allah’ın isimleridir! İnan! Sakın şüphe etme! Ruhu telef edip cinayet işlemeyesin!

 97 فَخُذْ هٰذِهِ الْْسْماءََ حَقاًّ وَاخَْفِهَا فَفِيهاَ مِنَ الْْسْرَارِ مَالاَ بِهٖ لَوَ تْ

Fe huz hâzihil esmâe hakkan ve ahfihâ Fe fîha minel esrâri mâ lâ bihî levet Bu isimleri al ve gizle! İçlerinde saptırmayan sırlar vardır! Başka bir meal: Bu isimleri hakkı ile öğren ve sakla. Onda nice sırlar gizlidir.

98 بِهَا الْعَهْدُ وَالمْيِثَاقُ وَالْوَعْدُ وَلِّاقَا وَبِالْمِسْكِ وَاْلكَافُورِ حَقًّا قَدِاخْتَمَتْ

Bihel ahdü vel mîsâku vel va'dü vel likâ Ve bil miski vel kâfûri hakkan kadıhtemet Ezel bezmindeki söz, sözleşme, müjde ve öldükten sonraki dirilme bu isimle gerçekleşir. Böylece misk ve kafurla gerçekten söz sona erdi.

99 وَلاَ تُعْطِ ذَا اْلْسَْمَاءِ يَوْماً لجَِاهِلٍ  وَلَوْ كَانَ مَعَ أنُْثَى لكََا نَتْ بِهِ سَمَتْ

Ve lâ tu'tı zel esmâi yevmen li câhilin Ve lev kâne mea ünsâ le kânet bihî semet Bu sözleri sakın cahillere bildirme. Bu isimler bir kadının yanında olsaydı, bu isimlerdeki ilahi sırlardan dolayı yücelirdi.

100  فَإنِْ كَانَ حَامِلهَُا مِنَ الْخَوْفِ هَارِب اً

فَاقَْبِلْ وَلاَ تَخْشَ الْمُلوُكَ بِمَا حَوَت

Fe in kâne hâmilühâ minel havfi hâriben Fe akbil ve lâ tahşel mülûke bi mâ havet Bu isimleri duyan korkup kaçarsa, sen korkunun üzerine git. Bu esmaların sırlarından dolayı krallardan bile korkma.

101 فَإنِْ كَانَ مَصْرُوعاً مِنَ الْجِنِّ وَاقِع اً فَحَامِيمَ حَرْفُ الْعَيْنِ يَا صَاحُ قطُِّعَتْ

Fe in kâne masrûan minel cinni vâkıan Fe hâmîme harfül ayni yâ sâhu kuttıat Cin çarparak sara hastalığına yakalanan, Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf sayesinde şifa bulur. Başka bir meal: Eğer cinlerden dolayı sara gibi olduysan, o zaman Ha-Mim i Ayn harfine çağır ve Ya Sah ismiyle kopar..

102 فَتَرْسِمُ مِنْ فَوْقِ الْجَبيِنِ حُرُوفَهَا فَهَاهِيَ اِسْمُ اللهِ جَمِيعاً تَفَضَّلَتْ

Fe tersimü min fevkıl cebîni hurûfehâ Fe hâ hiye ismüllâhi cemian tefaddalet Bu harfleri hastanın alnına yazarsın, resmedersin. İşte bunların hepsi Allah’ın yüce ve faziletli isimleridir.

103 وَإنِْ كَانَ إنِْسَاناً يَخَافُ عَدُوَّه ُ وَلاَ تَخْشَ مِنْ بَاسِْ الْمُلوُكِ وَلَوْ طَغَتْ

Ve in kâne insânen yehâfü adüvvehû Ve lâ tahşe min be'sil mülûki velev tağat Şayet insan düşmanından korkuyorsa; ne kadar azgın olurlarsa olsunlar(bu isimler sayesinde) krallardan bile korkmaz.

104 فَإنِْ كَانَ هَذَا الْاسِْمُ فيِ مَالِ تَاجِرٍ  فَؤمَْوَالهُُ بِالْخَيْرِ وَالْجُودِ قَدْ نَمَتْ

Fe in kâne hâzel ismü fî mâli tâcirin Fe emvâlühû bil hayri vel cûdi kad nemet Şayet bu isimler bir tüccarın malının yanında olsa, malı hep hayırla bereketlenir.

105 وَإنِْ كُنْتَ حَامِلهََا مِنَ الْخَوْفِ هَارِب اً فَا قَْبِلْ وَلاَ تَخْشَ فَتَؤمَْنْ مِنَ الْخَبَتْ

Ve in künte hâmilehâ minel havfi hâriben Fe akbil ve lâ tahşe fe te'men minel habet Şayet isimler üzerinde iken sakın korkma! Korkunun üstüne yürü, o zaman korkudan kurtulacaksın.

106 فَيَا حَامِلَ الْاِسْمِ ا لذَِّى جَلَّ قَدْرُهُ  تَوَقّٰى بِهِ كُلَّ الْامُُورِ تَسَلمََّتْ

Fe yâ hâmilel ismillezî celle kadruhû Tevekkâ bihî küllel ümûri tesellemet Ey kadri yüce ismi taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden kurtuldun ve selamete erdin!

107 فَقَاتِلْ وَ لَا تَخْشَ وَ حَارِبْ  وَ لَا تَخَفْ  وَ دُسْ كُلَّ ارَْضٍ بِالْوُحُوشِ تَعَمَّرَتْ

Fe kâtil ve lâ tahşe ve hârib ve lâ tehaf Ve düs külle ardın bil vühûşi teammerat Savaş, korkma! Çarpış, çekinme! Vahşi ve acımasız zalimlerle dolu her yere gir!

108 وَ اقَْبِلْ وَلَا تَهْرَبْ وَ  خَاصِمْ مَنْ تَشَاءُ

وَلَا تَخْشَ بَؤسًْا للِْمُلوُكِ وَلَوْ حَوَتْ

Ve akbil ve lâ tehrab ve hâsim men teşâü Ve lâ tehşe be’sên lil mulûki velev havet Saldır, kaçma! Dilediğin düşmanla mücadele et! Dört bir yanını kuşatmış olsa da hiç bir melikin gücünden korkma!

109 فَلَا حَيَّةٌ تَخْشَى وَلَا عَقْرَبٌ تَرَى وَلَا اسََدٌ يَؤتِْى اِليَْكَ بِهَمْهَمَتْ

Fe lâ hayyetün tahşâ ve lâ akrabün terâ Ve lâ esedün ye’ti ileyke bi hemhemet Ne bir yılandan korkarsın, ne de bir akrep görürsün. Ne de bir aslan gürleyerek sana gelir!

110 وَلَا تَخْشَ مِنْ سَيْفٍ وَلَا طَعْنَ خَنْجَرٍ

وَلَا تَخْشَ مِنْ رُمْحٍ وَلَا شَ ٍّر اسَْهَمَتْ

Ve lâ tahşe min seyfin ve lâ ta’nin hancerin Ve lâ tahşe min rumhin ve lâ şerrin eshemet Ne bir kılıçtan, ne bir hançerin yaralamasından, ne bir mızraktan ve ne ortalığı almış şerden korkma!

111 جَزَا مَنْ قَرَأَ هَذَا شَفَاعَةُ احَْمَداَ  وَ يُحْشَرُ فِي الْجَنَّاتِ مَعَ حُورٍ صُفِّفَتْ

Cezâ men kara hâzâ şefâatü ahmedâ Ve yühşeru fil cennâti maa hûrin suffifet Bunu okuyanın mükafatı, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) şefaatidir. Ve o, saf saf dizilmiş hurilerle Cennetlerde haşrolacaktır.

112 وَ اعْلَمْ بِانََّ الْمُصْطَفٰ خَيْرُ مُرْسَلٍ  وَ افَْضَلُ خَلْقِ اللهِ مَنْ قَدْ تَفَرَّقَتْ

Va’lem bi ennel Mustafâ hayru mürselîn Ve efdalü halkıllâhi men kad teferrakat Bil ki Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) en üstün peygamberdir. Allah’ın yeryüzüne yayılmış kullarının en faziletlisidir.

113 وَ صَدِّرْ بِهِ مِنْ جَاهِهِ كُلَّ حَاجَةٍ  وَ سَلْهُ لكَِىْ تَنْجُو مِنَ الْجَوْرِ وَ الطَّغَتْ

Ve saddir bihî min câhihî külle hâcetin Ve selhü li key tencü minel cevri vettağat Yüce şanından dolayı her dileğinin başında onu an. Onu şefaatçi et ki zulüm ve tecavüzden kurtulasın.

114 وَ صَلِّ اِلٰهِى كُلَّ يَوْمٍ وَ سَاعَةٍ  عَلىَ الْمُصْطَفٰى الْمُخْتَارِ مَ ا نَسْمَةٌ سَمَتْ

Ve salli ilâhi külle yevmin ve sâatin Alel mustafal muhtâri mâ nesmetün semet Yâ ilahi! Her gün, her an ve her rüzgar estikçe o seçkin Mustafa’ya (S.A.V.) salat eyle.

115 وَ صَلِّ عَلىَ الْمُخْتَارِ وَ الْاٰلِ كُلهِِّمْ  كَعَدِّ نَبَاتِ الْارَْضِ وَ الرِّيحِ مَا سَرَتْ

Ve salli alel muhtâri vel âli küllihim Ke addi nebâtil ardı ver rihı mâ seret O seçilmişe ve bütün aline yeryüzünün bitkileri ve esen rüzgarın esintileri adedince salat eyle.

116 وَ صَلِّ صَلَاةً تَمْلََُ الْارَْضَ وَ السَّمَاءَ  كَوَبْلِ غَمَامٍ مَعَ رُعُودٍ تَجَلْجَلَتْ

Ve salli salâten temleül arda ves semâe Kevebli ğamâmin maa ruûdin tecelcelet Parıldayan şimşeklerle birlikte bulutlardan dökülen yağmurlar adedince ve yeri göğü dolduracak kadar salat eyle.

117 فَيَكْ فِيكَ انََّ اللهَ صَلٰىّ بنَِفْسِهِ  وَامَْلَاكَهُ صَلتَّْ عَلَيْهِ وَ سَلمََّتْ

Fe yekfîke ennallâhe sallâ bi nefsihî Ve emlâkehû sallet aleyhi ve sellemet Bizzat Allah’ın ve meleklerinin ona salat ve selam getirmesi -O’nun (S.A.V.) şan ve şerefinin büyüklüğünü anlaman için- sana yeter.

118 وَ سَلمِّْ عَلَيْهِ دَائِمًا مُتَوَسِّلا ً مَدٰى الدَّهْرِ وَ الْايََّامِ مَا شَمْسٌ اشَْرَقَت

Ve sellim aleyhi dâimen mütevessilen Meded dehri vel eyyâmi mâ şemsün eşrakat Yıllar ve günler sürdükçe ve güneş ışık saçmaya devam ettikçe, O’nu (S.A.V.) şefaatçi ve vesile yaparak sürekli olarak ona selam et.

119 وَ سَلمِّْ عَلىَ الْاطَْهَارِ مِنْ اٰلِ هَاشِمٍ  عَدَدَ مَا حَجَّ الْحَجِيجُ وَ سَلمََّتْ

Ve sellim alel ethâri min âli hâşimin Adede mâ haccel hacîcü ve sellemet Ali Haşim’in o paklarına, hac ziyaretinde bulunan hacıların sayısınca selam eyle!

120 وَارْضَ يَا اِلٰهِى عَنْ ابَىِ بَكْرٍ مَعَ عُمَرَ  وَارْضَ عَلٰى عُثْمَانَ مَعَ حَيْدَرِ الثَّبَتْ

Verda yâ ilâhî an Ebî Bekrin mea Omera Verda alâ Osmâne mea Haydaris sebet Yâ İlahi! Ebu Beki (r.a.) ve Ömer’den (r.a.), Osman (r.a.) ve hakta sebat eden Haydar’dan (r.a.) da razı ol.

121 كَذَا الْاٰلُ وَالْاصَْحَابُ جَمْعًا جَمِيعُهُمْ  مَعَ الْاوَْليَِاءِ وَ الصَّالحِِينَ وَمَا حَوَتْ

Kezel âlü vel ashâbü cem’an cemîuhüm Maal evliyâi ves sâlihine ve mâ havet Aynı şekilde bütün âl ve ashabından, evliya ve salihlerden ve bunlara tabi herkesten razı ol.

122 مَقَالُ عَل ٍّىِ وَ ابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ  وَ سِرُّ عُلوُمٍ للِْخَلَائِقِ جُمِّعَتْ

Mekâlü Aliyyin vebni ammi Muhammedin Ve sirru ulûmin lil halâikı cümmiat Bu Hz. Muhammed’in (S.A.V.) amcasının oğlu Ali’nin (r.a.) sözleridir. Ve onda mahlukatla ilgili ilimlerin özü ve sırrı toplanmıştır. Açıklamalar

Bu bölümde Celcelutiye Kasidesi’ndeki tüm beyitlerle ilgili açıklama yapılmayacak, sadece gerekli görülen beyitlerle ilgili açıklama ve mülahazalar nazarlarınıza sunulacaktır. Hz. Ali (r.a.) Celcelutiye’de ilk beyitte “Hazine-i esrar olan بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ ile başladım. Ruhum, onunla o hazineyi keşfetti” diyor. İkinci olarak Efendimize (S.A.V.) salatü selamda bulunuyor.

            Besmele, ferşten arşa bir bağdır.

“Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında birbiri içinde birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.

Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübrai uluhiyettir ki “Bismillah” ona bakıyor. 

İkincisi: Küre-i arz simasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübra-i rahmaniyettir ki “Bismillahirrahman” ona bakıyor.

            Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” ona bakıyor. Demek Bismillahirrahmanirrahîm sahife-i âlemde bir satır-ı nurani teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî unvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani Bismillahirrahmanirrahîm yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur.  (Sözler, 14.lemanın 2. Makamı)

Üstad Hazretleri, bazı sebeplerden Kur’an’ın tamamını okumaya fırsat bulamayanlar ile ilgili olarak “Kur’an’dan mahrum kalmamak için her bir sure, birer küçük Kur’an hükmüne, hatta her bir uzun ayet, birer kısa sure makamına geçer. Hatta Kur’an Fatiha’da, Fatiha dahi Besmele’de münderic olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler” der. (25. Söz, birinci şule) Yedinci Lema’da ise buna ek olarak Besmelenin de Elif Lam Mim’de bir cihette dercedildiğini beyan eder. Efendimiz (S.A.V.) ise kâinat kitabının en büyük ayeti, gizli hazinelerin anahtarı, hidayet güneşi, mutluluk vesilesidir. (M. Nuriye-şualar)

                Besmele ve salat-u selam, Allah’a ulaşmada ve rızasına kavuşmada en önemli vesilelerden biridir.

                İlk iki beyitten sonra devamında, Allah’ın isimlerini bazen Arapça, bazen Süryanice tadat ederek niyazda bulunuyor. Altıncı beyitte “Ey yaratma mertebelerinin en yükseğinde bulunan Allah’ım!” diye bir ifade geçiyor. Burada ism-i tafdil kullanılıyor. Allah’ın bazı isim ve sıfatlarında ism-i tafdilin kullanılması (“Erhamürrahimin, Ahsenü’l-Halıkin vs) tevhide aykırı değildir. Üstad Hazretleri bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:

                “Bir şey ne ile büyük ve yüce oluyor, ne ile güzel ve evla oluyor, ne ile azamet ve celalli oluyorsa Allah teala akılların tasavvur ettiği şeylerin bütününden kendi Zat’ında daha büyüktür.

                Ahsenü’l-Halıkin ifadesine gelince: O, kendi zatında, kendilerinde yaratıcılık sıfatının tecellisiyle meydana gelen akıl aynalarındaki halıklardan daha güzeldir. Aynalardaki güneş gibi…’Güneş, zatında aynalardaki parlayan timsallerinden daha büyüktür’ denilir. Keza, kendi vücub mertebesinde vehimlerin kabul ettiği mevhum halıklardan daha güzeldir. (Yani bizim vehimlerimizde, hayallerimizde, akıl-fikirlerimizde ne kadar ve nasıl bir “yaratıcı” profili-kodlaması varsa, işte gerçek Yaratıcı tüm bunlardan üstündür ve mutlak güce sahip yaratıcıdır, hem de en güzel şekilde yaratır demektir).

Keza, bizim vehmi ve zahiri nazarımız sebeplerle meydana gelen eserleri görür, halıkiyet vehmeder. O ise sebepler perdesi olmadan en güzel Yaratan’dır. Öyleyse sebeplere değil, bizzat O’na yönelmek, zahiri sebeplere aldırmamak lazımdır. Keza, ‘Allah daha güzel yaratandır’ şeklindeki ifade bize ve bizimle ilgili şeylere bakar, nefsü’l-emre bakmaz. Allah, fikir ve akılların ihata etmesinden daha büyük ve daha azametli, acz ve kusurun ulaşmasından son derece yüksek ve yücedir. O, kendi Zat’ında, sıfatlarında ve fiillerinde mutlak kemaldedir. (M. Nuriyekatre) Altıncı beyitte olduğu gibi, onikinci beyitte de “yaratma mertebesinin en yükseğinde bulunan” diye bir ifade geçiyor ki açıklaması yapıldı zaten.

Onüçüncü beyitte ise “Bir araya getirilmiş heca (mukattaa) harflerinin hakkı için beni maksatlarıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir” diyor. Üstad Hazretleri 28. Lema’nın 20. Nüktesinde hem “kün” emrinden, hem de surelerin başlarında bulunan mukattaa harflerinden behsederek, o harflerin okuması ve yazmasıyla maddi ilaç gibi şifa ve başka maksatlar hâsıl olabileceğini şu sözlerle anlatıyor:

 بِسْـــــمِ اللهِ

الرَّحْمَنِ الرَّحِيـمِ

 اِنَّمََٓا امَْرُهَُٓ  اِذََٓا ارََادَ  شَيْـ اً انَْ  يَقُولَ  لهَُ  كُنْ  فَيَكُونُ

Âyet-i kerîmenin işaretiyle, emir ile îcâd oluyor. Ve Kudret hazineleri "Kâf-Nûn" dadır. Bu sırr-ı dakîkin vücûh-u kesîresinden birkaç veçhi Risalelerde zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kur’ân’ın, hususan sûrelerin başlarındaki mukattaât-ı hurûfun hâsiyetlerine ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dâir vürûd eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhîmine çalışacağız. Şöyle ki: Zât-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı Âzamın, mânevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı İlâhîsi var: Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır. İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur. Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur. Dördüncüsü, emir ve irâdenin arşıdır ki, unsur-u havadır. Basit topraktan, hadsiz hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye medâr olan maâdin ve hadsiz muhtelif nebâtâtın basit bir unsurdan, kemâl-i intizam ile, vahdetten hadsiz kesret, basitten nihâyetsiz muhtelif envâ, sade bir sayfada hadsiz muntazam nukùş gözümüzle gördüğümüz gibi; suyun, hususan hayvânât nutfelerinin su gibi basit bir madde iken hadsiz mûcizât-ı san’atın muhtelif zîhayatlarda o su ile tezâhürü gösteriyor ki: Bu iki arş misillü, nur ve hava dahi, besâtetleriyle beraber, Nakkàşı Ezelînin ve Alîm-i Zülcelâlin kalem-i ilim ve emir ve irâdesine, evvelki iki arş gibi, acâib-i mûcizâtının mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp, meselemiz münâsebetiyle, küre-i arza göre emir ve irâde arşı olan unsur-u havanın içinde emir ve irâdenin acâibini ve garâibini örten perdenin bir derece keşfine çalışacağız. Şöyle ki: Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile hurûfat ve kelimâtı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar. Yani, havada, âdetâ zamansız bir anda, bir kelime bir habbe olup hâric-i havada sünbüllenir; küçük büyük hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sünbül veriyor. Unsur-u havâiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i künfeyeküne mutî ve musahhar ve emirberdir ki, güya herbir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i kün den cilveger olan bir irâdenin imtisâlini, itaatini gösterir. Meselâ, âhize ve nâkıle radyo makineleri vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutku beşerî bütün küre-i arzın her tarafından—radyo âhizeleri bulunmak şartıyla—zamansız, aynı nutuk, aynı anda, herbir yerde işitilmesi, emr-i künfeyekünün cilvesine ne derece kemâl-i imtisâl ile herbir zerre-i havâiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız vücudları bulunan hurûfâtın, kudsiyet keyfiyetiyle, bu sırr-ı imtisâle göre, çok tesirât-ı hâriciyeye ve hâsiyât-ı maddiyeye mazhar olabilirler. Adeta, mâneviyatı maddiyata inkılâb ve gaybı şehâdete tahavvül ettirir bir hâsiyet onlarda görünüyor. İşte bunun gibi, hadsiz emârelerle gösteriyor ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfun, hususan hurûf-u kudsiyenin ve Kur’âniyenin, hususan evâil-i sûredeki şifre-i İlâhiyenin hurûfâtı, muntazam ve nihâyetsiz hassas ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi göründüğünden, elbette zerrât-ı havâiyede kudsiyet noktasında emr-i künfeyekünün cilvesine ve İrâde-i Ezeliyenin tecellîsine mazhar hurûfâtın maddî hassalarını ve hârika ve mervî faziletlerini teslim ettirir. İşte bu sırra binâendir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda bazan kudret eserini, sıfat-ı irâde ve sıfat-ı kelâmdan gelir gibi tâbirâtı, gayet derecede sür’at-i îcad ve gayet derecede inkıyâd-ı eşya ve musahhariyet-i mevcudattan başka, ayn-ı emir, kudret gibi hükmediyor demektir. Yani, emr-i tekvinden gelen hurûfât, maddî kuvvet hükmünde vücud-u eşyada hükmeder. Ve emr-i tekvînî, âdetâ, ayn-ı kudret, ayn-ı irâde olarak tezâhür eder. Evet, emir ve irâdenin bu gayet hafî ve vücud-u maddîleri gayet gizli ve havayı âdetâ nim-mânevî, nimmaddî (yarı manevi-yarı maddi) nev’indeki mevcudâtta, emr-i tekvînî, ayn-ı kudret gibi âsârı görünüyor; belki ayn-ı kudret olur. Âdetâ mâneviyat ile maddiyâtın mâbeyninde berzahî olan mevcudâta nazar-ı dikkati celb etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın اِنَّمََٓا امَْرُ هَُٓ اِذََٓا ارََادَ شَيْـ اً انَْ يَقُولَ لَهُ كُ نْ فَيَكُونُ ferman ediyor.

İşte, evâil-i sûredeki الۤمۤ طٰسۤ حٰمۤ gibi hurûf-u kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız münâsebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten Arşa mânevî telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi îfâ etmeleri, o şifre-i kudsiye-i İlâhiyenin şe’nindendir ve vazifesidir ve gayet mâkuldür. Evet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı, telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektrik ve seyyâlâtı latîfeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i havâiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat’î ile, belki müşâhede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm. Ağaçların rû-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde, havâ-yı nesîmînin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat’î bir kanaat vermiş. Demek havanın rû-yi zeminde çevik ve çalak bir hizmetkâr olması ve rû-yi zemindeki Rahmân-ı Rahîmin misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahmân’ın emirlerini tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze, nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasfiye ve nâr-ı hayatî olan hararet-i garîzeyi iş’âl vazifesini yaptıktan sonra, çıkıp, ağızda hurûfâtın teşekkülüne medâr olduğu gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i künfeyekün ile icrâ eder.

İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur’ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir.”

                Devamında gelen beyitlerde yine Allah’ın

Süryanice isimlerini zikrederek ve İsm-i Azamını vesile ederek yakarışına devam ediyor. Allah’ın korumasına almasını ve tüm düşmanlardan gelebilecek tehlikelere karşı yardım etmesini diliyor. Celcelutiye’de zikredilen Süryanice esmaların Arapça karşılıklarıyla ilgili Gazali Hazretlerinin şerhlerde bulunduğunu ve bir kısmının hangi esmalara karşılık geldiğini ifade ettiğini biliyoruz. Örneğin;

Acin                       Allah

Celcelutin             Bedi’

Samsamin           Sabit

Tamtamin            Cebbar

Berhutin              Rahim

Şeklinde izahatlarda bulunmuş. İmam Buni’ye atfedilen Celcelutiye Şerhi’nde Süryanice esmaların açıklamalarıyla ilgili yer aşağıda görülmekte. 

Tabii ki Kasidedeki tüm Süryanice esmalar ve ifadeler tam anlamıyla tercüme edilebilmiş değil. Sadece ilgili beyitin tamamı ele alındığında bu Süryani kelime Arapça olarak şu karşılığa gelebilir türünden çalışmalar yapılmış. İnşallah ileriki zamanlarda tam anlamıyla bir tercümesi yapılacaktır. İmam Gazali’ye nispet edilen Celcelutiye şerhi kitabından bir görsel de şöyle:

Gelelim 23. beyite. Bu beyitte, kırık gönülleri sarıp sarmalayan Cabir ismiyle dua ediyor ve “Kün! (Ol!)” ün “Kef” harfi hürmetine korunma talep ediyor. Bazı büyükler de Allah’ı tesbih ederken “Hazinelerinin bilgisini ‘kef’ ve ‘nun’ arasına derceden Allah Sübhan’dır” ifadelerini kullanmışlardır.

 34. beyitte, çöl kelerinin (kertenkele) bile Efendimiz’in (S.A.V.) risaletini kabul ederek yanına koşup şikâyetini arz ettiğini, Efendimiz’in (S.A.V.) bütün yaratıklara şefkatli davranmasını göz önüne alarak, bu küçük çöl hayvancığının bile O’ndan yardım talebinin geri çevrilmeyeceği bilindiğinden, bizim de O’na iltica ederek ve O’nu vesile ederek tüm kötülüklerden ve düşmanlardan kurtulabileceğimiz nazara veriliyor.

38. beyitte “Ey Nur isminin sahibi olan Allah’ım! O ism-i şerifin hakkı için, yıldızımın meşalesini güzellik ve nur ile yak ki, çağlar, asırlar boyu parlamaya devam etsin” diyerek Allah’ın Nur isminin vesilesiyle manevi velayetinin devamlı olmasını ve asırlar boyu milyonlarca veliye ışık saçmasını talep ediyor. 

49. ve 50. beyitlerde ise, düşmanlara karşı Hak ismine sığınıyor ve artık onların çok ileri gittiklerini, şiddetli maddi ve manevi zulmet fırtınalarının estiğini (asrımızda da aynı şeyin geçerli olduğu söylenebilir), tüm bu menfi durumlardan kurtulup aydınlığa çıkmanın ve düşmanlardan korunmanın ancak Allah’a sığınma ve O’nun yardımıyla olabileceğini belirtiyor.

Sonrasında gelen 51-58. beyitleri arasında hurufu mukattaa ve İsm-i Azam’ı vesile ederek dua ediyor. 59-62. beyitlerde Kur’an’ı Kerim ve surelerinin hakkı için Allah’tan işlerini kolaylaştırmasını ve üzerine Nur isminin fazlının akmasını istiyor. Mukatta harfleriyle ilgili daha önce bahis geçtiğinden tekrar etmeyeceğiz. Sadece şu kadar deriz ki, bu harfler bir nevi şifre mahiyetindedir ve her biri surelerin başlarında olması münasebetiyle birer ayettir. Bu harfleri vesile ederek birçok evliya-hak dostu münacaatta bulunmuşlardır. Üstad Hazretleri de yukarıda da geçtiği üzere, mukattaa harflerinin okunmasının ve yazılmasının maddi ilaç gibi şifa olabileceğini ifade ediyor.

64. beyitte Süryanice esmalar olan “Ahiyyen Şerahiyyen” ifadeleri geçiyor.

Bu ifadelerin “Hayyu Kayyum” ya da “Hannan Mennan Rahman Rahim” esmaları olduğu ifade ediliyor. Belki de hepsine birden işaret ediyor. Aynı ifadeler, Bediüzzaman Hazretleri’nin tertip ettiği Cevşenü’l-Kebir’de yer alan Tercüman-ı İsm-i Azam duasında ve İmam Gazali’nin Hizbü’l-Hasin’inde de geçer. “Sübhaneke Ya Allah tealeyte Ya Rahman…” diye başlayan tercüman-ı ism-i azam duasının sonunda şu şekilde geçer:

İmam Gazali’nin Hizbü’l-Hasin duasında ise geçtiği yer şu şekildedir:

66. beyitte “Ayetü’l-Kübra hürmetine beni kurtar” ifadesinde geçen Ayetü’l-Kübra, Allah’ın en büyük ayeti demektir. Üstad Bediüzzaman da 7. Şua’ya Ayetü’l-Kübra ismini vermiştir ve bu risalenin, ayet-i muazzama dediği

تُسَبِّحُ لهَُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلارَْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإنِْ مِنْ شَىْءٍ إلِاَّ يُسَبِّحُ بحَِمْدِهِ وَلٰكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ

تَسْبِيحَهُمْ إنَِّهُ كَانَ حَليِمًا غَفُورًا

(Yedi gökle yer ve onların içindekiler, Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez; Gafûrdur, günahları çokça bağışlar. İsrâ Sûresi, 17:44.) ayetinin tefsiri olduğunu ifade etmiştir.

                Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden herşey bir ayettir. Üstad Hazretleri bir yerde de şöyle buyurmuştur: “Efendimiz (S.A.V.) ise kainat kitabının en büyük ayeti, gizli hazinelerin anahtarı, hidayet güneşi, mutluluk vesilesidir” (M. Nuriye-şualar). Dolayısıyla, bu ifadeyle kastedilen, bizzat Efendimiz de olabilir. Yani “O’nun (S.A.V.) hürmetine beni kurtar, emanet ve emniyet ver” demek olabilir.

                İmam-ı Ali (r.a.) 68. beyitte, Asa-yı Musa ile manevi zulmetlerin-karanlıkların dağılacağını söylüyor. Bilindiği gibi Hz. Musa (a.s.) asasını kullanarak, Allah’ın verdiği mucize ile zamanın en ünlü sihirbazlarının tüm sihirlerini iptal etmiş ve dağıtmıştır. Asrımızda ve bir önceki asırda da beyan, teknoloji ve medya sihirleriyle efsunlanan insanlar da zulmet içi zulmetler yaşadılar ve yaşıyorlar. Bu zulmetleri, insanları teshir eden her türlü sihirleri yutacak, dağıtacak asa misal bir eser ve bu eserin sahibi devasa bir kamet insanların imdadına koşarak ahiretlerini kurtarmak için hayatından vazgeçecek derecede gayret sarfetti. Yazdığı eserler arasında bulunan Asa-yı Musa ile imanları takviye adına çok önemli bir iş yaptı ve halen o şehrahta yol alan hasbiler ordusu tarafından günümüzün efsunlanan ve karanlıklar içinde kalan insanlarına da dünyalarını ve ahiretlerini kurtaracak bir el uzatılmış durumda. Ne mutlu o elin kıymetini bilenlere.

73. ve 74. Beyitlerde Hz. Ali (r.a.) Allah’tan ruhani bir yardımcıyı kendisine musahhar etmesini istiyor. Fatiha suresi ve onu takip eden diğer sureler hürmetine diye de ekliyor. Bununla ilgili olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda şunları söylüyor:

“Kahraman-ı İslâm İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Celcelûtiyenin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düşmanları tarafından ona bir hücum mânâsı hâtırına gelmemek, sırf namazdaki huzuruna pek çok olan düşmanları tarafından bir hücum tasavvuru ile namazdaki huzuruna mâni olunmamak için, bir muhafız ifriti dergâh-ı İlâhîden niyaz etmiş.” (Emirdağ LahikasıII,151). Burada ifritten kasıt ya güçlü bir Müslüman cinni ya da melek misal bir ruhani yardımcı olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

Devam eden beyitlerde yine İsm-i Azam ile yalvardığını, tüm işlerini Allah’a havale ettiğini, Efendimiz’i ve burada cem edilen isimlerini şefaatçi kılarak niyazda bulunduğunu söylüyor.

85. beyitten başlayarak 105. beyite kadar olan kısım (85. ve 105. beyitler de dahil) 101 beyitlik klasik Celcelutiye’de yer almayan, Mecmuatü’l-Ahzab’da bulunan beyitlerdir. Bu beyitlerle ilgili elimizden geldiğince izahatlarda bulunacağız. Üstad Hazretleri’nin 28. Lema’da “Üç aydan beri hergün o kasideyi okuyorum. Yalnız sekiz sahifeyi halledemediğim bir vefka dair olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde   وَ صَلِّ اِلٰهِى (İlâhi ona salât eyle) den başlayan ahirki iki sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î, belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa istisnasız ne vakit elime alıp baştan okuduktan sonra ahirini açarken  فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ الذَِّى جَلَّ قَدْرُهُ (Ey kadri yüce olan ismin taşıyıcısı!) ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret ediyordum. Onu okumayarak iki sahife sonra  وَ صَلِّ اِلٰهِى ile başlayan iki sahife ahirini okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baştan okuduğum ve terkettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın bâki kalan yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yine  فَيَا حَامِلَ اْلاسِْمِ

(Ey ismin taşıyıcısı!) sahifesi açılıyordu. Hayret içinde hayret ediyordum. Elli defadan sonra dedim: “Acaba bu sahife neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?” Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum maksadın neticesini o sahife gösteriyor. Ben de terk ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya başladım” dediği bölüm burası. Fakat 85. beyitten “ve salli ilahi..”ile başlayan

114. beyite kadar olan yeri okumadığını ifade ediyor. Daha sonra “fe ya hamilel ismillezi..” ile başlayan beyiti ve devamındaki beyitleri de okuduğunu belirtiyor. Bu beyitlerle ilgili ve bahsettiği vefk ile ilgili elimizden geldiğince bilgiler vermeye çalışalım.

85. beyitte, “Bu; indirilen levhadaki sırlardan bir sır ile, özel olarak seçtiğim kimseye onların mühürleridir!” deniyor ve bazı hatemlerden (havatimühünne) bahsediliyor. Bir mealde de havatimühünne ifadesinin hatime (son) kelimesinden geldiği düşünülmüş olsa gerek “bu isimler onların sonuncusudur” diye tercüme edilmiş. İndirilen levhadan ise Levh-i Mahfuz kastedildiği tahmin edilmiş.

Üstad Hazretleri’nin “halledemediğim bir vefka dair..” dediği vefk Mecmuatü’l-Ahzab’da şu şekiklde yer alıyor:

Vefk tılsımlı kare ya da maharetli kare gibi anlamlara gelmektedir. İmam Gazali ve İmam Buni gibi âlimlerin eserlerinde kullandığı bilinen bir şeydir. Vefkte en üstte görülen şekillere mühür ya da hatem denilmektedir. Bu semboller bazı kaynaklarda İsm-i Azam hatemi/hayır hatemi olarak da geçmektedir.

Sembollerden (mühür/hatem) kasıt şunlardır: (Semboller ve şekiller buraya alınmadı isteyen ilgili kaynaklara bakabilir)

Bu semboller kullanılarak yapılan diğer bir vefk de şu şekildedir:

Bu tür sembol ve vefkler İmam Buni ve İmam Gazali’nin de Celcelutiye şerhlerinde yer almaktadır. Örneğin İmam Buni’nin Şemsü’l-Maarif adlı eserinde bulunan Celcelutiye şerhindeki semboller

(hatem/mühür) ve vefk, görsellerdeki gibi yer alıyor:

                Yukarıda gördüğünüz dört farklı görsel, farklı Şemsü’l-Maarif kaynaklarından alınmıştır ve karşılaştırma yapabilmeniz içindir. 

                İmam Gazali’ye nispet edilen Celcelutiye şerhinde ise aşağıda görüldüğü gibi yer almış.

                Görsellerde de farkedildiği gibi, semboller bazı harflerle ve o harfler de esmalarla eşleştirilmiş.

Eşleştirilen sembol-harf-esma şu şekilde:

Anlaşıldığı gibi, “f,c,ş,s,z,h,z” harfleri “Ferdün, Cebbarün, Şekurün, Sabitün, Zahirün, Habirün, Zekiyy” esmalarına işaret ediyor ve aynı zamanda bazı sembollerle eşleştiriliyorlar. Süryanice’de, bazen bir harfle birçok isme işaret edilebilir, bazen de bir kelimedeki harflerin her biri bir veya birkaç esmaya bakacak şekilde kullanılabilir. Celcelutiye 66. beyitte  “feceşin mea sezhazin” ifadesi geçiyor. Bu beyitte, 7 harf (FCŞSZHZ) ile 7 esmaya işaret edilmiş olabilir.                  Bu konuyla ilgili olarak,  Ali Sabit er-Rıfai’nin Kisve-i Ma’rifi adlı risalesinde bazı bilgiler verilmiş.

Buraya almakta fayda görüyorum. Rufai gülü veya mühr-i gül denilen ve başa takılan nişanla ilgili bilgiler şöyle: “Mühr-i gül, sâlike verilen ve başa takılan bir çeşit nişan özelliğini taşır. Her tarîkatta farklı özelliklerde olan mühri gül, kısaca gül diye ifade edilir. Başa giyilen arakiye ve takyelere yerleştirilen gül ayrıca “Celcelûtiye vefki” olarak da isimlendirilir. Rivâyete göre “el öpme” esnasında mürîdler arasında meydana gelen cezbe üzerine, Ahmed er-Rifâî parmağıyla vefkteki harfleri kuma yazmış, kumu avucuna almış ve müridlerine koklattırmıştır. Müridler ancak bu şekilde kendilerine gelebilmişlerdir. Rifâîlikte gül takma âdeti bu menkıbeye dayanır. Ma’rifîliğe göre tarikatta bende olup, “şerbetli”, “bîatlı”, zükûr” (erkek), inâs” (kadın) ve “müfred” olan herkese istediği takdirde mühr-i gül verilebilir.” Burada Rufai Gülü’nün neye benzediğiyle ilgili bir görsel verelim ve kaldığımız yerden devam edelim.

                “Tarîkat nişanı olan mühür damgasının (gül) ortasındaki dâirede yer alan oniki tîğ, oniki imâm efendilerimize işarettir. Etrafındaki yedi harf; fe, cîm, şîn, se, zâ, hâ ve ze’dir. Her bir harfin kendine has esması mevcuttur “Yedi harf ” ve “yedi esmâ”nın “kevâkib-i seb’â” üzere olduğu eserden anlaşılmaktadır. Sırasıyla işaretlerin resmi ve anlamları şunlardır..” diyor ve yukarıda verdiğimiz hatem (mühür) ile hangi harf ve esmaların kastedildiğini anlatıyor. Ardından şöyle deniyor; “Yâ dervîş; “Kur’ân-ı ‘azîmu’ş-şân yedi hurûf üzere nâzil olmuşdur” dedin idi. Bizim başımız Kur’ân ‘azîmu’ş-şân’a bağlıdır. Başımızda gül gibi taşırız”

                Başka bir kaynakta şu bilgiler mevcut; “Tarikat mensupları, sünnet-i seniyyenin gereği olarak seccade, tesbih ve asa edinmişlerdir. Bedevi dervişlerinin tarikat giysilerinde yer alan bir özellik de arakiye ve takyelere yerleştirilen gül mührüdür.

Gül-i Celcelutiye' de denilen bu mührün aslı, korunma amaçlı bir duadır. Seyyid Ahmed er-Rifai'nin Hz. Muhammed'in (S.A.V.) kabrini ziyareti sırasında, müritlerinin vecd halinde kendilerine vurmaları sırasında Ahmed Rifai İbrani harfleri ile 'Sevakıt-ı Fatiha' harflerini, yani 'Celcelutiye vefkini' parmağıyla toprak üzerine yazar ve toprağı avucuna alıp müritlerine koklatarak onları ayıltır. Bundan sonra gelen halifeleri, o vefki beyaz çuha üzerine siyah ibrişimle işleyerek başlarına mühür gül yapmayı adet haline getirmişlerdir. Sa' diyye ve Bedeviyye ashabının da o vefki teberrüken, yani uğur getirmesi için başlarına koydukları söylenmektedir.

Nurhan Atasoy, eserinde Agah Efendi'nin çizimlerini yaptığı üç Bedevi gülünü oldukça net bir şekilde vermektedir. Bunlardan birisi Rifaiyye, Sa' diyye, Bedevi tarikati ile ortak kullanılan mühürdür ki, gülün ortasında on iki terkli taç, onun etrafında üç halka içinde üçerden on iki kere ‘Allah' yazılıdır. En dış halkada ise üç tane beş uçlu yıldızın arasında vefk vardır. Bir diğer Tarikat-i Aliyye-i Bedeviyye gülünde; en iç dairede 'el-Bedevi veliyyullaih', ikinci dairede 'Lailahe illallah Muhammeden Resulullah', en dışdaki üçüncü dairede de 'Allahümmerham Ebu Bekr ve Ömer ve Osman ve Ali' yazılıdır. Bir diğer Bedevi gülünde; iç dairede on iki dilimli bir gül, ikinci dairede 'üç yıldız arasında üç adet celcelutiye vefki, en dış üçüncü daire de 'dört yıldız arasında dört celcelutiye vefki' bulunmaktadır. (Bkz. Atasoy, Derviş Çeyizi, s. 220, 224, 225; Baş, Seyyid Ahmed el-Bedevi, s. 461.)

Elbette Hz. Ali Celcelutiye Kasidesi’nde burada mevzu edilen sembol (hatem, mühür) lerden direkt olarak bahsetmiyor, ya da vefk dedikleri tılsımlımaharetli kare ile ilgili şeyleri tarif etmiyor. Bunlar,

Mecmuatü’l-Ahzab’da yer aldığı şekliyle İmam Buni, İmam Gazali, Muhyiddin İbn-i Arabi gibi zevat-ı kiramın şerh ve işaretlerinin aktarılmasıyla bu şekilde olduğu mülahaza ediliyor.

Bu mühürlerden-sembollerden bahsedildiği düşünülen beyitlere bakalım. 

85. beyitte bahsedilen mührün    olduğu düşünülmüş. 86. beyitte geçen

“Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya sokan sıralanmış üç sopa! Başının üzerinde iki misli yatırılmış çizgi.”

İfadesinden    sembolü çıkarılmış. 87. beyitte ise  “Ve sönük (tek gözlü mim) ebterdir, sonra merdiven!

Ortasındaki iki esre.” ile bahsedilen sembollerin sembolleri olduğu sonucuna varılmış.

88. Beyitte “Ve ondan sonra hayırlara ve yığılmış rızka işaret eden, hikaye (tarif) edilen dört parmak ucu.

Başka bir meal: Ondan sonra da parmaklara benzeyen dört çizgi, gelecek olan hayır ve rızıklara işaret.”

diye resmedilen sembolün   olduğu, 89. beyitte ise; “İki gözlü “He” , sonra kıvrık “Vav” , hacamat yapanın tüpü gibi barındırdığı sırdan (alan)!

Başka bir meal: Ve ikiye bölünmüş he harfi, ardından yay halinde bir vav harfi. Bu harfler içerdikleri sırların tesiri ile hacamatçının boynuzu gibi olmuşlar.” İfadeleriyle anlatılan şekillerin ise olduğu düşünülmüş.

                90. beyitte, bu sembollerin sonunda da yine baştakine benzer (yani yıldız sembolü) bir mühür olduğundan bahsediliyor. 92. ve 93. beyitlerde, İsm-i Azam’a işaret eden bu mühürlerin Tevrat’a, İncil’e ve Kur’an-ı Kerim’e ne şekilde işaret ettiği anlatılıyor.

“Bunların üçü Tevrat’ta, şüphesiz dördü de Meryem oğlu İsa’nın İncil’indedir.” ile Tevrat’taki İsm-i Azam mührünün , İncil’deki mührün ise sembolleri olduğu anlatılmış. Kur’an-ı Kerim’e ait mühür ise “Beş de Kur’an’dan. Onlar onun tamamıdır! Herbir mahluka apaçık, dilsiz değil! Başka bir meal: Kur’an’daki ise bunların tamamıdır. Konuşan konuşmayan herkes ondan faydalanır.” İfadeleriyle sembolü olarak anlatılmış. İmam Buni’nin Şemsü’l-Maarif isimli eserinde bu konuyla ilgi yerler üç farklı kaynakta şöyle yer alıyor:

Daha sonra gelen beyitlerde; bunun Allah’ın ismi olduğundan (İsm-i Azam), şüpheye düşüp de ruhumuzu öldürerek cinayet işlemememiz gerektiğinden, bu isimlerde (Allah’ın isimleri ve İsm-i Azam) saptırmayan sırlar ve incelikler olduğundan, bu esmaların sırlarıyla hiçbir zalim ve kraldan korkmayıp tam tersine korkunun üzerine gidilmesi gerektiğinden bahsediyor. Burada antrparantez bir beyit üzerinde durmak istiyorum. Sebebi de birçok kaynakta bir kelimenin yanlış olarak yazılması. 96. beyit

فَهٰذا اِسْمُ  اللهِ  ياَ جاهَِلُ  إعْتَقِدْ  وَاِيّاكََ تَشْكُكْ تَتْلفُُ الرُّوحَ وَالْجَنَتْ

Olması gerekirken, hemen hemen her yerde sondaki “cenet” kelimesi yanlış olarak “cetet, habet, ceset..” vs. olarak yer alıyor. Bu da zannederim Mecmuatü’l- Ahzab’daki beyitin tam okunamadığından dolayı, olsa olsa böyle olmalı düşüncesiyle yapılan bir hata diye düşünüyorum. Bu beyitte geçen “cenet” kelimesi,

56. beyitte de geçiyor ve وَ الَفٍِ وَ لَامٍ ثُمَّ رَاءٍ بِسِرِّهَا عَلَوْتُ بِنُورِ الْاسِْمِ مِنْ كُلِّ مَا جَنَتْ

Şeklinde yer alıyor. Meal olarak da “Elif-Lam-Ra sırrı ve isminin (İsm-i Azam’ının) nuruyla, işlediğim her günahtan vazgeçerek yükseldim.” Şeklinde tercüme edilmiş. Yani buradaki “cenet” kelimesi “günah” olarak tercüme edilmiş. 96. beyitte ise “Ey cahil! Bunlar Allah’ın isimleridir! İnan! Sakın şüphe etme! Ruhu telef edip cinayet işlemeyesin!” diyor. Burada da “cenet” kelimesi “cinayet” olarak tercüme edilmiş. Bilindiği gibi cinayet ifadesi günahlar için de kullanılır. Üstad Hazretleri 12. Mektup’da şöyle der;

“Demek, Hazret-i Âdem’in Cennetten ihracı ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi, küffârın da Cehenneme idhalleri haktır ve adalettir. Onuncu Sözün Üçüncü İşaretinde denildiği gibi, çendan kâfir az bir ömürde bir günah işlemiş; fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünkü, küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdâniyete şehadetlerini tekziptir ve mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi tezyiftir. Onun için, mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın Sultanı olan Kahhâr-ı Zülcelâlin, kâfirleri ebedî Cehenneme atması ayn-ı hak ve adalettir. Çünkü nihayetsiz cinayet nihayetsiz azâbı ister.”

Görüldüğü gibi günaha girmek ve şirk de bir nevi cinayet olarak adlandırılıyor. Sonuç olarak, Mecmuatü’lAhzab’da geçen ifadenin (az okunaklı olsa da) cenet olduğu ortaya çıkıyor. İmam Buni’ye ait Şemsü’l-Maarif eserinin farklı bazı versiyonların da bahis mevzuu olan beyit doğru olarak şu şekilde yer alıyor:

Burada parantezi kapatıp devam edelim.

                Evet, 106. beyite geldiğinde “Ey kadri yüce ismi taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden kurtuldun ve selamete erdin!” ifadesini görüyoruz. Üstad Hazretleri’nin “Üç aydan beri hergün o kasideyi okuyorum. Yalnız sekiz sahifeyi halledemediğim bir vefka dair olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde وَصَلِّ اِلٰهِى  (İlahi, ona salat eyle) den başlayan ahirki iki sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î, belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa istisnasız ne vakit elime alıp baştan okuduktan sonra ahirini açarken

فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ الذَِّى جَلَّ قَدْرُهُ   (Ey kadri yüce olan ismin taşıyıcısı!) ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret ediyordum. Onu okumayarak iki sahife sonra  وَ صَلِّ اِلٰهِى (İlahi, ona salat eyle) ile başlayan iki sahife ahirini okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baştan okuduğum ve terk ettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın bâki kalan yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yin  فَ يَ  حَامِلَ اْلاِسْمِ  (Ey ismin taşıyıcısı) sahifesi açılıyordu.

Hayret içinde hayret ediyordum. Elli defadan sonra dedim: “Acaba bu sahife neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?” Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum maksadın neticesini o sahife gösteriyor. Ben de terk ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya başladım.” Dediği beyit bu beyit oluyor. Daha önce de izahat yapılmıştı zaten.

Bu beyitte Hz. Ali (r.a.) “ey ismin taşıyıcısı”

derken, “Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün-AdlünKuddüs ism-i azamıyla kendini koruyan” demek istemiş olabilir. Hz. Ali (r.a.) yine sırlı bir kaside olan Ercuze Kasidesi’nde bu altı ismi İsm-i Azam olarak saymıştır. Üstad Hazretleri (r.a.) 18. Lema’da bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor; “Mecmuatü’l-Ahzab’ın beş yüz seksen ikinci sahifesinden, beş yüz doksan yedinci sahifesine kadar o Ercüzedir. O Ercüze’nin mevzuu ve içinde maksad-ı aslı İsm-i Âzamı tazammum eden altı ismin ehemiyetini beyan etmek, hem o münasebetle istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve tesis-i İslâmiyette bir kısım mücahedatına işaret etmektir. Evet, Hz. İmam (r.a.), üstadı olan Habibullah Aleyhisselatü Vesselamdan aldığı dersin bir kısmını işarî bir surette zikrediyor. Feth-i Hayber’deki hem mu’cize-i Nebeviye, hem keramet-i Aleviye olan harika vakıayı bahsettiği gibi, tesis-i İslâmiyete temas eden mühim noktaları da bahsediyor. Sonra istikbale bakıyor. ………. Sonra Hazret-i Cebrail’in, Âlâ Nebiyyina ve Aleyhisselatü Vesselam huzur-u Nebevîde getirip Hz. Ali’ye Sekine namıyla bir sahifede yazılı İsm-i Âzam, Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız alâimü’s-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sahifeyi aldım, bu isimleri içinde buldum” diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:

 فَكُلُّ مَعْنًى مِنْ عُلوُمٍ

 فَاخِرَةٍ .. مِنْ مَبْدَإِ الدُّنْيَا

ليَِوْمِ اْلاٰخِرَةِ قَدْ صَارَ كَشْفًا عِنْدَنَا عَيَانًا .. وَكُلُّ ذِى شَ ٍّك

غَدَا مُهَانًا

yani “Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum ve esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur.” Sonra yine İsm-i Âzam içinde bulunan o altı Esma-i Hüsna’dan bahsedip birdenbire aynen Gavs-ı Geylanî’nin ihbar-ı gaybisi gibi Hülâgu asrından bu asrımıza bakıyor.

Sonra diyor: ………… فَمَنْ ارََادَ اللهُ انَْ يُعِينَهُ اتَْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّكِينَةِ

Yani, “Kim inayet-i İlâhiyeye mazhar ise Hz. Cebrail’in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm-i Âzamı Cenâb-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve fitnelerinden kurtarır.” Bu sözden dört sahife evvel yine demiş:

فَكُلُّ مَنْ لاحََتْ لهَُ السَّعَادَةُ .. كَانَ لهَُ فِى

الْجِيدِ كَالْقِلادََ ةِ

Yani, “Kim saadete mazhar ise... said ise... şaki değilse... o İsm-i Âzam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir nüsha olur.” Sonra diyor:

 ثُمَّ اعْلمَُوا مَعَاشِرَ اْلاخَْوَانِ .. انََّ غُوَاةَ اٰخِرِ

الزَّمَانِ هُمْ عُلمََاءٌ زَوَّقُوا افَْوَاهَهُمْ .. ثُمَّ انْثَنَوْا

وَاتَّبَعُوۤا اهَْوَاۤئَهُمْ

Yani, “O bid’alar ve acemî ve ecnebî hurufunun intişarı zamanı olan o âhirzamanın fena adamları bir kısım ulemaü’s-su’dur ki; hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid’alara yardım ve fetva verenlerdir.” Sonra bir kısım ülemaü’s-su’u tokatlamak için de birisiyle konuşuyor. Der:

 فَاسْئَلْ لمَِوْلاكََ الْعَظِيمِ الشَّانِ .. يَا مُ دْرِكًا

لذِٰلكَِ الزَّمَانِ بِانَْ يَقِيكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ .. وَشَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ

وَمِحْنَةِ

yani, “Ey o zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenâb-ı Haktan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim İsm-i Âzam ile dua et.

” ……. فَاِنَّمَا نَحْنُ عَلىَ التَّحْقِيقِ .. غَوْثٌ لكُِلِّ كُرْبَةٍ وَضِيقِ

yani “Biz Âl-i Beyt’ten her kûrbet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp imdat ediyoruz.” 28. Lem'a’da ise Ercuze’den şu şekilde bahsediyor;

“Madem Hz. Ali (r.a.) انََا مَدِينَةُ الْعِلْمِ وَعَلىٌِّ

بَابُهَا  Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.- (Tirmizî, Menâkıb: 20; el-Hakim, el-Müstedrek, 3:126) hadîsine mazhardır.

Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak harika kerametleri göstermiştir. Hem madem âhirzamanda gelen hadiselere karşı Kur’ân ve Âl-i Beyt cihetinde herkesten ziyade alâkadardır. Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüze’de ve meşhur Kaside-i Celcelûtiye’sinde vâkıat-ı istikbaliyeden haber veriyor. Ve “esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz” diye iddia ederek kısmen dâvâsını ihbarat-ı sadıka-ı gaybiye ile ispat etmiştir. Hem madem o iki kasidesinde takip ettiği en mühim esas ve en büyük ders İsm-i Âzamdır. Ve ism-i Âzam ile meşgul olanlar ile konuşur, teselli ve teşci’ eder.

Hem madem o kasideler istikbale baktıkları vakit çok emareler ve işaretler ile, hem mânâları ile, hem cifri hesabıyla şu zamanımızı ve şu zamandaki hadisat-ı acibeye parmak basıyor. Ve aynı hadiseyi mükerreren işaretle gösteriyor.” Barla Lahikası’nda da şu ifadeleri görmekteyiz;

“Mektubunda İsm-i Âzamı sual ediyorsun. İsm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda İsm-i Âzamın istitarı, mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî İsm-i Âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi var ki, o mertebe İsm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların İsm-i Âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır.

Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûze namında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. İsm-i Âzamı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve İsm-i Âzamın muhîti olan o esmâ-i sitteyi şerh ve hassalarını beyan etmiştir. O altı isim de Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs’tur.” 30. Lema, 6. Nükte’de ise [[İsm-i Azam ve Sekine]]’den bahsederek şöyle der;

“…..kayyûmiyet-i İlâhiyeye işaret eden âyetlerin bir nüktesi ve İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın iki ziyasından ikinci ziyası veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan altıncı nuru olan Kayyûm isminin bir cilve-i âzamı, Zilkade ayında aklıma göründü. Eskişehir Hapishanesindeki müsaadesizliğim cihetiyle, o nur-u âzamı elbette tamamıyla beyan edemeyeceğim. Fakat Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Kaside-i Ercûzesinde “Sekîne” nam-ı âlîsiyle beyan ettiği İsm-i Âzam ve Celcelûtiyesinde yine pek muhteşem isimlerle İsm-i Âzam içinde bulunan o altı ismi en âzam, en ehemmiyetli tuttuğu için ve onların bahsi içinde kerametkârâne bize teselli verdiği için, bu ism-i Kayyûma dahi, evvelki beş esmâ gibi, hiç olmazsa muhtasar bir surette, Beş Şua ile o nûr-u âzama işaret edeceğiz.” Ercuze Kasidesi de Celcelutiye gibi Mecmuatü’l Ahzab’da yer almaktadır.

İsmail Hakkı Altuntaş’ın Ercuze Tercümesi’ndeki esma-i sitte (6 esma), sekine ve cünnetü’l-esma (esmaların kalkanı) ile ilgili bölümleri buraya alıyorum;

“…… Ey dâima necat (kurtuluşu) isteyen kişi Şu söyleyeceğim şeye kuvvetlice sarıl Tılsımlı bir hakikat olarak yaptığım işe yönelKabul edilenlerin hepsi tecrübe edilmiştir

Ben onu “[[Cünnet‐ül Esmâ Dâiretü’l Celiletü’l Ahfâ]]” (olarak isimlendirdim)

Allah Teâlâ’nın bana gönderdiği bir hediyedir Onu Cebrâil aleyhisselâm Muhtar’a getirdi

Bedir gününde bize yardım etmek için, o zaman Semâların melekleri ile bize imdât (yardım) eyledi

Buyurdu ki; “Ya Muhtar! Bil ve idrâk et ki; Biz bugün Senin yardımına geldik (gece) yürüyoruz

Şübhesiz Senin Mevla Teâlâ’n bir ikram olarak Bize şerefli bir tılsımı hediye etti

“Ya Habîballah ömrüne yemin olsun ki Vasfedilmekten çok yüce oldu

Çünkü onda Rabbimin İsm‐i âzam‐ı vardır Biz onunla bütün âlemleri resm ederiz”

(Bu tılsımı) Kim saadete mazhar ise Onun boynunda gerdanlık hükmünde olur(sa)

Ya da silah üzerine yazılmış hükmünde olur(sa) Çok keskin ve kan akıtıcı kılıç gibidir

O anda Beşir aleyhisselâm beni çağırdı Ve buyurdu ki; “Senin basîr olan Rabbin şu müjdeyi verdi

Sana öyle tılsım hediye etti ki, onunla düşmanlar Kahr olup zehr olur. Öyleyse o Hâdiye şükür et” Bunun üzerine kucağıma sahife düştü Onun yazısı şerefli bir dâire şeklinde idi

Cebrâil aleyhisselâm dedi ki; “Yâ Ali! Onu al Çünkü o Yüce Rabbinin sekinesidir.

Seni korktuğun kötülükten korur Düşmanla karşılaşınca onları zayıflatır”

Sesini işittim fakat hayalini (kendisini) göremedim Fakat bana gök kuşağına benzer olarak göründü

Bunlar (isimler) kıymetli mevhibelerdir. (ihsan, bağış) Mevlâ Teâlâ onu mahlûkatına vermiştir.

Altı isimdir ki senetle gelmiştir.

Harflerinin sayıları ondokuzdur

FERDÜN, HAYYUN, KAYYUMÜN, HAKEMÜN, ADLÜN, isteyen kişiye

Sonra bitiminde onları diyen kişiye (KUDDÛSÜN) de Onunla nice nefisler temizlendi”

Yıkarıdaki tercümede gördüğümüz cünnetü’lesma ve “Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün-AdlünKuddüs” esma-i sittesinin Mecmuatü’l-Ahzab’daki orijinal Ercuze’de geçtiği yerler şu şekilde:

İmam-ı Gazali Hazretleri bu altı esma ve 19 harfli ayetlerle ilgili olarak Cünnetü’l-Esma dua risalesini yazmıştır. Bu dua Kulub-ud daria de yer almaktadır.

Üstad Hazretleri ise 6 esma ve 19 harfli ayetleri biraraya getirerek okumuş ve bu duayı da Sekine adıyla Büyük Cevşen kitabına eklemiştir.

Devamında, 111. beyite kadar olan bölümde İsm-i Azam’ı taşıyan, yani bir yönüyle İsm-i Azam ile yakarışta bulunan kişi ya da kişilerin (özellikle ahirzamanın o zulmetli ve zulümlü dönemlerinde yaşayacak zatların) hiçbir zalimden korkmamaları gerektiğini, dört bir tarafı kuşatmış da olsalar hiçbir melikin (yöneticilerin, gücü elinde tutanların) gücünden çekinmeden Allah yolunda mücadelelerine-çalışmalarına devam etmelerini, insan görünümünde olan yılan ve akrepler olabileceğini fakat bunların da zarar veremeyeceğini söylüyor. Sonrasında gelen beyitlerde ise Efendimiz’e salatü selamda bulunuyor. Bu salatü selamları Üstad Hazretleri’nin derlemiş ve Cevşenü’l-Kebir’e almış olduğu Delaili’n-Nur’da da görüyoruz.  

Kaside, sahabe efendilerimize ve evliya-asfiyaya selam ve bunlara tabi olan herkesin Allah’ın rızasına ermesi duasıyla son beyite geçiyor ve bu kasidenin Peygamber’in (S.A.V.) amcasının oğlu Hz. Ali’nin (r.a.) sözleri olduğu ve mahlûkatla ilgili ilimlerin özünün ve sırlarının Celcelutiye’de toplandığını ifade ederek nihayete eriyor.

Son söz ve değerlendirme,

Hz. Ali’ye (r.a.) ait olan Celcelutiye ve Ercuze kasideleri sırlı kasidelerdir ve gelecek zamanla da alakadardırlar. Birçok önemli zat (İmam Buni, İmam Gazali, İmam Nureddin, Bediüzzaman Said Nursi) bu kasideyle ilgili şerh ve izahat çalışmaları yapmışlardır ve makbuliyetini tescillemişlerdir. Son devir Osmanlı ulemasından A. Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretleri tarafından derlenmiş üç ciltlik dua külliyatı olan Mecmuatü’l-Ahzab isimli eserde de Celcelutiye kasidesi yer almaktadır ve kasidenin bulunduğu sayfaların derkenarlarında da şerh ve açıklamalar görülmektedir. Üstad Bediüzzaman hazretleri de bu üç ciltlik dua külliyatını her 15 günde bir hatmediyordu ve dolayısıyla Celcelutiye kasidesini de okuyordu. Üstad hazretleri, kasideyle ilgili olarak elindeki nüshanın (dolayısıyla M. Ahzab’da yer alan) en muteber ve sahih Celcelutiye nüshası olduğunu ifade ediyor. Biz de bu çalışmada o nüshayı esas aldık.

Celcelutiye gerçekten bir isimler hazinesidir.

“..kaside-i Celcelûtiye umumiyeti itibariyle Süryanî, İbranî, esma-i İlâhiyeyi ve süver-i Kur’âniyeyi şefaatçı yapıp..” (28. Lema) diyor Üstad ve İsm-i Azam’ı taşıdığını ifade ediyor. Üstad’ın çok dualarında “Celcelutiye’deki ism-i azam hürmetine…” dediği herkesin malumudur. 28. Lem'ada Kaside-i Celcelûtiye’nin Ercûzeyi te'yid ve takviye ettiği ifade edilir. Esma-i sitte olan “Ferdün, Hayyun, Kayyumun, Hakemün, Adlün, Kuddüs” esmalarının Ercuze’de ism-i azam olarak sayıldığı ve Celcelutiye kasidesinde de bu esma-i sitte ile Allah’ı zikredip kendini muhafaza eden zatlara işaretler olduğu görülür ve bu isimler Sekine olarak da adlandırılır. Aynı zamanda Celcelutiye Kasidesi’nde Allah’ın birçok esmasıyla yakarış olduğu gibi, özellikle 7 esma üzerinde durulur. Bu esmalar daha önce de bahsedildiği gibi “Ferdün, Cebbarün, Şekurün, Sabitün, Zahirün, Habirün, Zekiyy” esmalarıdır.

Celcelutiye de aynen Cevşen gibi kudsi bir dua ve isimler hazinesidir. Duanın özü ihlas ve ubudiyet olduğundan dolayı, niyetlerimiz de rıza-yı İlahi olmalıdır. Elbette meşru dünyevi istekler için Allah’a dua edebiliriz fakat maalesef günümüzde bu konu çok yanlış değerlendirilerek sadece maddi şeyler ve dünya adına isteklerde bulunuluyor ve bu yapılırken de neredeyse şirk sayılabilecek hatalara düşülüyor. Cevşen ve Celcelutiye bir ‘muska’ değildir. Sadece boyunlarda kolye olarak taşınacak bir ‘şey’ de değildir. Rıza-yı İlahi için okunacak manevi bir hazinedir.

Bir başka vahim durum da günümüzde bir sektörün oluşmuş olmasıdır. Bazı ‘uzman’ lar, doğu ve Hint öğretilerini İslam ile soslayarak kendilerince birtakım ‘eğitimler’ verip sosyete muskacısı gibi davranıyorlar. Bu durum çok yanlıştır ve tadil edilmesi gerekir.

Bu mütevazı çalışmada amacım elimden geldiğince Celcelutiye Kasidesi hakkında kaynağından ve doğru bilgiler vermek ve bu muhteşem dua kasidesiyle Allah’a yalvarmak isteyenler için ‘muteber’ bir kaynak oluşturmaktı. İnşallah öyle olmuştur. Hatalar her zaman için olabilir, Allah hatalarımızı-kusurlarımızı affetsin. Kaynak olarak yararlandığım müellef sahiplerinden de Allah razı olsun. Allah ilimlerini arttırsın.                   






















Ey Cümle Halkın Maksudu

  Ey cümle halkıñ maksûdu Al göñlümü senden yaña Ey külli şey’iñ mevcûdu Al göñlümü senden yaña ... Budur yüreğim yâresi Gitmedi yüzüm karas...